23 Eylül 2017 Cumartesi

Warcross - Marie Lu | Kitap Yorumu


On yıl önce başlayan bu tutku artık bazıları için gerçekten kaçmak için bir seçenek, bazıları içinse kâr etmek için bir kaynak haline gelmişti. İki yakasını bir araya getirmek için çabalayıp duran Emika Chen bir ödül avcısı olarak çalışıyor, yasadışı olarak bahis oynayan Warcross oyuncularının peşine düşüyordu. Ancak ödül avcılığı kolay bir iş değildi, rekabet fazlaydı ve ayakta kalmak giderek zorlaşıyordu. Kolay para kazanabilmek için Emika bir risk alarak Warcross Şampiyonası’nın açılış oyununu hacklemişti; bir glitch ile oyuna sızarak istemeden de olsa kendisini oyunun ortasında bulmuş ve bir gecede herkesin konuştuğu kişi haline gelmişti.

Tutuklanacağına neredeyse emin olan Emika, oyunun yaratıcısı, genç milyarder Hideo Tanaka’dan bir çağrı aldığında şaşkına dönmüştü: Üstelik kendisine reddedilmesi neredeyse imkânsız bir teklif sunulmuştu. Bir güvenlik sorununu ortaya çıkarabilmek için Hideo’nun bu seneki şampiyonada bir ajana ihtiyacı vardı ve bu iş için Emika’yı istiyordu. Hiç vakit kaybetmeden Tokyo’ya götürülen Emika, kendisini her zaman hayalini kurduğu geleceğin içinde bulmuştu. Fakat kısa süre içinde Warcross evreninin düşündüğünden çok daha tehlikeli olduğunu anlayacaktı…

Herkese Merhaba!

Yeni çıkan ve baya ses getiren bir kitabın yorumu ile geldim. Aslında baya ertelerdim ama video da tam olarak açıklayamadığımı hissettim.

Warcross haberleri çıktığı anda merakla beklemeye başladığım kitaplardan biri oldu. Özellikle bir sürü hesapta düzeltilmemiş okumayı görmeye başlayınca kafayı yiyecek gibi oldum. Sanki kitap tüm dünyaya dağıtılmış ama bana verilmesi yasakmış gibi hissettim.

Tabisi öyle olmadı ve çıktığı gün elime geçti ve okumaya başladım.

Marie Lu kitaplarında eğlendirmeyi başaran, kendisini hızlı okutan, güzel maceralar yaratan bir yazar ama yüksek beklentiler üzer. Neyse ki fazla beklentiye girmeden okumam gerektiğini biliyorum. Size tavsiyem siz de eğleneceğiniz ve hızlı okunabilir bir macera olacağı dışında fazla kafa yormadan başlayın kitaba.

Emika ödemesi gereken bir sürü borç içinde 13$ ile geçinmeye çalışıyor ve borçlarını kapamasına yarayacak ödüller arıyor. Polis bazı suçluları ödül avcılarının yakalamalarını istiyor ve karşılığında para ödülleri veriyorlar. Emika ödül avcılarından biri ve kitaba ödül takibi ile başlıyoruz.

Bir aksilik sonucu Emika borçlarını kapatmasına yarayacak parayı alamıyor ve ardından Warcross Şampiyonasında bir suç işleyip oyunun içine sızıyor. Tutuklanmayı beklerken Hideo Tanaka, Warcross oyununun yaratıcısı bir teklif ile geliyor ve Emika'nın hayatı değişimin kıyısında.

Okurken keyif aldığım kitaplardan biriydi. Özellikle sanal gerçeklik gözlüğü takıp çevrede kaplanlar, ışıklar, ejderhalar görmek çok ilginç bir duygu olsa gerek. Teknoloji ve sanal dünya temalı filmleri ve kitapları seviyorum ve bu kitapta bu temanın hakkını vermiş. Özellikle sanal gerçeklik olayını tamamen gerçek hayattan ayrılmadan iç içe verilmesi baya etkileyici olmuş.

Kitapla ilgili güzel bir nokta daha var. Hiçbir zaman saf kötüler ve saf iyiler yok. Her karakteri hataları, iyi ve kötü kararları ile görüyoruz ve bu gayet hoş olmuş. Yalnızca bazı olaylar gidiş sıralaması ile fazla mesaj verici olmuş. Yani kitabın ilerisini tahmin etmek için çok büyük ipucu vermiş.

Yan karakterler farklı kökenlere, kusurlara, özelliklere sahip. Bu kitaba zenginlik katan bir ayrıntı. Henüz tam olarak yan karakterlere odaklı fazla şey görmesekte ufak ipuçları ile hiçbirinin boş olmadığı ve kendi hikayeleri olduğu belli edilmiş. Umarım gelecek kitaplarda yazar hiçbir karakteri açıklamasız bırakmaz.

Ayrıca Warcross oyuncuları takımlara ayrılıp birbirleri ile mücadelelere giriyorlar ve bir takımın adı Anka Süvarileri. Sebebini bilmiyorum ama okurken sürekli Ankara Süvarileri diyip durdum. :D

Bu kadar lafa rağmen aklım kitabın sonuna saplantılı kalmış durumda. Ne olduğunu söylemeyeceğim ama tahmin ettiğim olay oldu. Yine de kendimi hayal kırıklığına uğramış hissetmedim. Aksine farklı bir duygu oldu benim için.

Anime izlerken karakterlere çok bağlanırım ve bu kitapta da öyle hissettim. Sonunu söyleyemediğim için nasıl bir bağlanma olduğunu anlatmayacağım ama hoş ve heyecan dolu bir şey.

Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum, özellikle animeleri, bilgisayar oyunlarını ve sanal dünyaları seviyorsanız.


17 Şubat 2017 Cuma

Yabancı: Şahmeran/Veyl Yorumu

Yabancı: Veyl - Öznur Yıldırım | Kitap Yorumu



Tanrı, şeytanın inini
cennete sakladı.

Kahverengi gözleri bana kabuk bağlamış yaraları anımsatan küçük bir kız çocuğu tanıdım. Onu parçaladım, mahvettim, yok ettim. Onu korudum, kurtardım, var ettim. Zihnimi durduramadım. Bir rüzgâr esti ve tavandaki lamba uğursuz bir ses çıkararak yavaşça sallandı. Gökyüzümü kara bulutlar kapladı, yağmur yağdı. Terk edilmiş bir kasabada geceler kimsesizdi, güneş yok oldu, ay sabah olunca doğdu. Boş bir arazide bir yel değirmeni döndü, döndü, döndü… 

Sonra sana bir masal anlattım
Ve seni ölüm uykusuna yatırdım. 


BENİM YORUMUM:
İkinci kitapta olayları tam kaldığı yerden okumaya başlıyoruz. Sadece kitabın en başına eklenmiş 2 ek bölüm var. Ayrıca Doğa'nın şiiri de eklenmiş.
Doğa ve Ediz'in ilişkisi gittikçe sarpa sarmaya başlıyor. Sürekli birbirlerine çekilip ardından kavga ediyorlar. Ediz her ters bir hareket yaptığında Doğa ağlamaya başlıyor ve teselliyi kendisini ağlatan adamda arıyor. Baş kaldırıyor ama hiçbir zaman kararlı kalamıyor. Bu seriyle ilgili beni en sinirlendiren olay Doğa'nın sürekli olarak kendisine yapılan eziyete isyan etme kıyısındayken kuyruğunu kıstırıp oturması. Serinin iki kitabını okurken de aklımda bir patlama vardı. Geri dönüşü olmayan ya da bazı şeyleri kökten değiştirecek bir dönüm noktası yaratarak isyan etmesini bekledim Doğa'nın. Sonuç olarak hiçbir zaman öyle bir şey yapmadı.
Doğa karakterini çok zayıf buluyorum ben. Yani sürekli olarak kendisiyle çelişen bir karakter olmuş. Bu kafa karışıklığı gibi değil hata gibi duruyor ama. Bir süre devamlı olarak "onu tanıyorum, ben biliyorum" ayaklarında takılırken bir anda "tanımıyorum" diyor. Ediz'in aşağılayan davranışları karşısında sinirlenip dakikalar sonra özür diliyor falan. Her zaman dediğim gibi zayıf kadın karakterler beni çok rahatsız ediyor. Kendisiyle ilgili güçlü olduğuna dair bir fikri var ama ne içinde bulunduğu durumu ne de geçmişinde ailesi tarafından sevilmediğini ve üzerinde uğraşılacak bir durum kalmadığını kabullenemiyor. Aynı şey duygularında da geçerli. Ediz'e karşı bir arzusu var ama ne onu kabullenebiliyor ne de yanlış olduğunu düşünüp bastırmayı becerebiliyor. Karakter zihnindeki fikirlerden ibaret ama hiçbir zaman eylem yapacak cesarete sahip değil. Bu onu aciz gösteriyor.

Ediz yine ilahi yapısından hiçbir şey kaybetmemiş, Hala fazla dokunulmaz, ulaşılmaz ve sinir bozucu :D En azından benim için tam dayaklık bir tip. Şişirilmiş bir karakteri olduğunu düşünüyorum hala. Yani bu kadar donuk olmak mümkün değil. Hiçbir şeyden etkilenmiyor. Sürekli olarak "bana bir şey olmaz" diyor ama insansı bir şeyler görmek istiyorum onda.
Yazarın kitabını diğer Wattpad kitaplarından ayıran en büyük özellik betimlemelerin biçimi ve uzunluğu. Kitaptaki betimlemeler bazen güzel noktalara değiniyor ama çoğu zaman anlamsız çıkıyor. Yani içi boş sözler var. Sürekli tekrar eden sözler de aynı derece rahatsız edici. Örn: Ölüm Soğukluğu, Ölüm Çukuru, Cehennemin Kapısı,  Sallanan Beşikteki Bebek Cesedi, Cam kırıkları gibi parçalanmak ve dağılmak...


Önceden okuduğumuzda Ediz & Doğa ilişkisinin ve sürekli devam eden kavga ardından sarılma döngüsünün asıl olayları bastırdığını düşünüyordum. Yani tanımadığımız ve vasfının ne olduğunu bilmediğimiz çok fazla karakter vardı ve Atalay'ın suçluluğu, sürekli onları izleyen insanlar, tonlarca dava dosyası dururken sürekli betimlemelerle ve Doğa'nın duygusal çöküntüsü ile Ediz'in öfkesi arasında geçen günleri okuyorduk. Kitapta ufak eklemeler yapılmış ve bu durum birazcık giderilmiş. O ekler daha bile fazla olabilirdi.



Size söyleyeceğim üzücü şey kitapta yeni eklenen bir tane bölüm olması. O bölümde tamamen görmediğimiz bir bölüm değil. Yani giriş olarak kullanılan 2 bölüm dışında sadece Güneşin Cesedi adındaki son bölüm hiç görmediğimiz sahneler içeriyor. (1 yıl boyunca 48.Bölümün yayınlanmasını beklemiş gibi hissetmedim desem yalan olur.) Daha önceden okuduklarımız ve yeni eklenen bölüm arasında büyük bir uçurum var bence. Karakterler tamamen zıt oldukları fikirleri arzular hale geldiler. Gerekli olan geçiş sağlanmamış.
Bu geçiş sağlanamama probleminin neden kaynaklı olabileceğini, kendi fikrimle açıklayayım. Birçok insanın düşündüğü gibi bende Doğa karakterinin yazarın kendisini yansıttığını düşünüyorum. Ondan bir parça olarak değil, o olarak. Eski bölümleri yazarken sahip olduğu karakter ile yeni bir bölüm yazdığında sahip olduğu karakter Doğa'ya yansımış olabilir. 
En sonda Ediz'in yalanını öğreniyoruz ama bununla ilgili de büyük beklentiler içerisindeydim ben. Sadece birkaç diyalog oldu ve tam olarak ne olduğu bile açıklanmadan kesildi. Kitap orada bitmedi ama o konu yarım kaldı. Öznur'un üçüncü kitapta açıklaması gereken çok fazla olay var. Umarım bu konuda başarılı olur.
Genel olarak söyleyeceğim her şey bu kadar. Kendinize iyi bakın :)