23 Eylül 2017 Cumartesi

Warcross - Marie Lu | Kitap Yorumu


On yıl önce başlayan bu tutku artık bazıları için gerçekten kaçmak için bir seçenek, bazıları içinse kâr etmek için bir kaynak haline gelmişti. İki yakasını bir araya getirmek için çabalayıp duran Emika Chen bir ödül avcısı olarak çalışıyor, yasadışı olarak bahis oynayan Warcross oyuncularının peşine düşüyordu. Ancak ödül avcılığı kolay bir iş değildi, rekabet fazlaydı ve ayakta kalmak giderek zorlaşıyordu. Kolay para kazanabilmek için Emika bir risk alarak Warcross Şampiyonası’nın açılış oyununu hacklemişti; bir glitch ile oyuna sızarak istemeden de olsa kendisini oyunun ortasında bulmuş ve bir gecede herkesin konuştuğu kişi haline gelmişti.

Tutuklanacağına neredeyse emin olan Emika, oyunun yaratıcısı, genç milyarder Hideo Tanaka’dan bir çağrı aldığında şaşkına dönmüştü: Üstelik kendisine reddedilmesi neredeyse imkânsız bir teklif sunulmuştu. Bir güvenlik sorununu ortaya çıkarabilmek için Hideo’nun bu seneki şampiyonada bir ajana ihtiyacı vardı ve bu iş için Emika’yı istiyordu. Hiç vakit kaybetmeden Tokyo’ya götürülen Emika, kendisini her zaman hayalini kurduğu geleceğin içinde bulmuştu. Fakat kısa süre içinde Warcross evreninin düşündüğünden çok daha tehlikeli olduğunu anlayacaktı…

Herkese Merhaba!

Yeni çıkan ve baya ses getiren bir kitabın yorumu ile geldim. Aslında baya ertelerdim ama video da tam olarak açıklayamadığımı hissettim.

Warcross haberleri çıktığı anda merakla beklemeye başladığım kitaplardan biri oldu. Özellikle bir sürü hesapta düzeltilmemiş okumayı görmeye başlayınca kafayı yiyecek gibi oldum. Sanki kitap tüm dünyaya dağıtılmış ama bana verilmesi yasakmış gibi hissettim.

Tabisi öyle olmadı ve çıktığı gün elime geçti ve okumaya başladım.

Marie Lu kitaplarında eğlendirmeyi başaran, kendisini hızlı okutan, güzel maceralar yaratan bir yazar ama yüksek beklentiler üzer. Neyse ki fazla beklentiye girmeden okumam gerektiğini biliyorum. Size tavsiyem siz de eğleneceğiniz ve hızlı okunabilir bir macera olacağı dışında fazla kafa yormadan başlayın kitaba.

Emika ödemesi gereken bir sürü borç içinde 13$ ile geçinmeye çalışıyor ve borçlarını kapamasına yarayacak ödüller arıyor. Polis bazı suçluları ödül avcılarının yakalamalarını istiyor ve karşılığında para ödülleri veriyorlar. Emika ödül avcılarından biri ve kitaba ödül takibi ile başlıyoruz.

Bir aksilik sonucu Emika borçlarını kapatmasına yarayacak parayı alamıyor ve ardından Warcross Şampiyonasında bir suç işleyip oyunun içine sızıyor. Tutuklanmayı beklerken Hideo Tanaka, Warcross oyununun yaratıcısı bir teklif ile geliyor ve Emika'nın hayatı değişimin kıyısında.

Okurken keyif aldığım kitaplardan biriydi. Özellikle sanal gerçeklik gözlüğü takıp çevrede kaplanlar, ışıklar, ejderhalar görmek çok ilginç bir duygu olsa gerek. Teknoloji ve sanal dünya temalı filmleri ve kitapları seviyorum ve bu kitapta bu temanın hakkını vermiş. Özellikle sanal gerçeklik olayını tamamen gerçek hayattan ayrılmadan iç içe verilmesi baya etkileyici olmuş.

Kitapla ilgili güzel bir nokta daha var. Hiçbir zaman saf kötüler ve saf iyiler yok. Her karakteri hataları, iyi ve kötü kararları ile görüyoruz ve bu gayet hoş olmuş. Yalnızca bazı olaylar gidiş sıralaması ile fazla mesaj verici olmuş. Yani kitabın ilerisini tahmin etmek için çok büyük ipucu vermiş.

Yan karakterler farklı kökenlere, kusurlara, özelliklere sahip. Bu kitaba zenginlik katan bir ayrıntı. Henüz tam olarak yan karakterlere odaklı fazla şey görmesekte ufak ipuçları ile hiçbirinin boş olmadığı ve kendi hikayeleri olduğu belli edilmiş. Umarım gelecek kitaplarda yazar hiçbir karakteri açıklamasız bırakmaz.

Ayrıca Warcross oyuncuları takımlara ayrılıp birbirleri ile mücadelelere giriyorlar ve bir takımın adı Anka Süvarileri. Sebebini bilmiyorum ama okurken sürekli Ankara Süvarileri diyip durdum. :D

Bu kadar lafa rağmen aklım kitabın sonuna saplantılı kalmış durumda. Ne olduğunu söylemeyeceğim ama tahmin ettiğim olay oldu. Yine de kendimi hayal kırıklığına uğramış hissetmedim. Aksine farklı bir duygu oldu benim için.

Anime izlerken karakterlere çok bağlanırım ve bu kitapta da öyle hissettim. Sonunu söyleyemediğim için nasıl bir bağlanma olduğunu anlatmayacağım ama hoş ve heyecan dolu bir şey.

Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum, özellikle animeleri, bilgisayar oyunlarını ve sanal dünyaları seviyorsanız.


17 Şubat 2017 Cuma

Yabancı: Şahmeran/Veyl Yorumu

Yabancı: Veyl - Öznur Yıldırım | Kitap Yorumu



Tanrı, şeytanın inini
cennete sakladı.

Kahverengi gözleri bana kabuk bağlamış yaraları anımsatan küçük bir kız çocuğu tanıdım. Onu parçaladım, mahvettim, yok ettim. Onu korudum, kurtardım, var ettim. Zihnimi durduramadım. Bir rüzgâr esti ve tavandaki lamba uğursuz bir ses çıkararak yavaşça sallandı. Gökyüzümü kara bulutlar kapladı, yağmur yağdı. Terk edilmiş bir kasabada geceler kimsesizdi, güneş yok oldu, ay sabah olunca doğdu. Boş bir arazide bir yel değirmeni döndü, döndü, döndü… 

Sonra sana bir masal anlattım
Ve seni ölüm uykusuna yatırdım. 


BENİM YORUMUM:
İkinci kitapta olayları tam kaldığı yerden okumaya başlıyoruz. Sadece kitabın en başına eklenmiş 2 ek bölüm var. Ayrıca Doğa'nın şiiri de eklenmiş.
Doğa ve Ediz'in ilişkisi gittikçe sarpa sarmaya başlıyor. Sürekli birbirlerine çekilip ardından kavga ediyorlar. Ediz her ters bir hareket yaptığında Doğa ağlamaya başlıyor ve teselliyi kendisini ağlatan adamda arıyor. Baş kaldırıyor ama hiçbir zaman kararlı kalamıyor. Bu seriyle ilgili beni en sinirlendiren olay Doğa'nın sürekli olarak kendisine yapılan eziyete isyan etme kıyısındayken kuyruğunu kıstırıp oturması. Serinin iki kitabını okurken de aklımda bir patlama vardı. Geri dönüşü olmayan ya da bazı şeyleri kökten değiştirecek bir dönüm noktası yaratarak isyan etmesini bekledim Doğa'nın. Sonuç olarak hiçbir zaman öyle bir şey yapmadı.
Doğa karakterini çok zayıf buluyorum ben. Yani sürekli olarak kendisiyle çelişen bir karakter olmuş. Bu kafa karışıklığı gibi değil hata gibi duruyor ama. Bir süre devamlı olarak "onu tanıyorum, ben biliyorum" ayaklarında takılırken bir anda "tanımıyorum" diyor. Ediz'in aşağılayan davranışları karşısında sinirlenip dakikalar sonra özür diliyor falan. Her zaman dediğim gibi zayıf kadın karakterler beni çok rahatsız ediyor. Kendisiyle ilgili güçlü olduğuna dair bir fikri var ama ne içinde bulunduğu durumu ne de geçmişinde ailesi tarafından sevilmediğini ve üzerinde uğraşılacak bir durum kalmadığını kabullenemiyor. Aynı şey duygularında da geçerli. Ediz'e karşı bir arzusu var ama ne onu kabullenebiliyor ne de yanlış olduğunu düşünüp bastırmayı becerebiliyor. Karakter zihnindeki fikirlerden ibaret ama hiçbir zaman eylem yapacak cesarete sahip değil. Bu onu aciz gösteriyor.

Ediz yine ilahi yapısından hiçbir şey kaybetmemiş, Hala fazla dokunulmaz, ulaşılmaz ve sinir bozucu :D En azından benim için tam dayaklık bir tip. Şişirilmiş bir karakteri olduğunu düşünüyorum hala. Yani bu kadar donuk olmak mümkün değil. Hiçbir şeyden etkilenmiyor. Sürekli olarak "bana bir şey olmaz" diyor ama insansı bir şeyler görmek istiyorum onda.
Yazarın kitabını diğer Wattpad kitaplarından ayıran en büyük özellik betimlemelerin biçimi ve uzunluğu. Kitaptaki betimlemeler bazen güzel noktalara değiniyor ama çoğu zaman anlamsız çıkıyor. Yani içi boş sözler var. Sürekli tekrar eden sözler de aynı derece rahatsız edici. Örn: Ölüm Soğukluğu, Ölüm Çukuru, Cehennemin Kapısı,  Sallanan Beşikteki Bebek Cesedi, Cam kırıkları gibi parçalanmak ve dağılmak...


Önceden okuduğumuzda Ediz & Doğa ilişkisinin ve sürekli devam eden kavga ardından sarılma döngüsünün asıl olayları bastırdığını düşünüyordum. Yani tanımadığımız ve vasfının ne olduğunu bilmediğimiz çok fazla karakter vardı ve Atalay'ın suçluluğu, sürekli onları izleyen insanlar, tonlarca dava dosyası dururken sürekli betimlemelerle ve Doğa'nın duygusal çöküntüsü ile Ediz'in öfkesi arasında geçen günleri okuyorduk. Kitapta ufak eklemeler yapılmış ve bu durum birazcık giderilmiş. O ekler daha bile fazla olabilirdi.



Size söyleyeceğim üzücü şey kitapta yeni eklenen bir tane bölüm olması. O bölümde tamamen görmediğimiz bir bölüm değil. Yani giriş olarak kullanılan 2 bölüm dışında sadece Güneşin Cesedi adındaki son bölüm hiç görmediğimiz sahneler içeriyor. (1 yıl boyunca 48.Bölümün yayınlanmasını beklemiş gibi hissetmedim desem yalan olur.) Daha önceden okuduklarımız ve yeni eklenen bölüm arasında büyük bir uçurum var bence. Karakterler tamamen zıt oldukları fikirleri arzular hale geldiler. Gerekli olan geçiş sağlanmamış.
Bu geçiş sağlanamama probleminin neden kaynaklı olabileceğini, kendi fikrimle açıklayayım. Birçok insanın düşündüğü gibi bende Doğa karakterinin yazarın kendisini yansıttığını düşünüyorum. Ondan bir parça olarak değil, o olarak. Eski bölümleri yazarken sahip olduğu karakter ile yeni bir bölüm yazdığında sahip olduğu karakter Doğa'ya yansımış olabilir. 
En sonda Ediz'in yalanını öğreniyoruz ama bununla ilgili de büyük beklentiler içerisindeydim ben. Sadece birkaç diyalog oldu ve tam olarak ne olduğu bile açıklanmadan kesildi. Kitap orada bitmedi ama o konu yarım kaldı. Öznur'un üçüncü kitapta açıklaması gereken çok fazla olay var. Umarım bu konuda başarılı olur.
Genel olarak söyleyeceğim her şey bu kadar. Kendinize iyi bakın :)




15 Kasım 2016 Salı

Kazananın Laneti - Marie Rutkoski (The Winner's Trilogy #1) | Kitap Yorumu




İstediğin şeyi kazanmak, sevdiğin her şeye mal olabilir.
On yedi yaşındaki Kestrel, bir generalin kızı olarak savurgan ve ayrıcalıklı hayatının tadını çıkarmaktadır. Arin'in ise sırtındaki giysilerinden başka bir şeyi yoktur. Kestrel, Arin'i kendisine bağlayan fevri bir karar alır ve bununla savaşmaya çalışsalar da birbirlerine âşık olmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ancak genç âşıkların dünyasında, isyan, düellolar, ahlaksız söylentiler, kirli sırlar ve her şeyin tehlikede olduğu oyunlar hüküm sürmektedir. Birlikte olabilmek için halklarına; ülkelerine sadık kalmak için ise birbirlerine ihanet etmelidirler.

Herkeslere Merhaba :)

Kazananın Laneti hakkında bir yorum yazacağım, acep nasıl yazacağım? Kitabı Ayşe'yle birlikte okuduk ve sık sık ilerleyişine göre fikirlerimizden bahsettik. Buradan ona selamlar :D Hızlıca konusundan bahsedip yoruma geçeceğim.



Valoryalılar ve Herraniler  olarak ikiye ayrılan bir toplum, bir coğrafya var. Bir zamanlar bu coğrafyada Herraniler hüküm sürüyormuş ama Valoryalılar vahşice savaş açana kadar. Savaşı Valoryalılar kazanınca Herraniler ölüm yerine köleliği seçip her şeylerini bırakıp kendi topraklarında Valoryalılara hizmet etmeye başlıyorlar.

Hikayemizin temeli bu ama odak noktamız Kestrel ve Arin. Kestrel Valoryalı bir generalin kızı ve rahat bir hayat yaşıyor. Sosyete partilerine, dedikodulara ve entrikalara ayak uyduruyor. Başta onun bu durumdan zevk alan ve hayatın farkında olmayan salak bir kız olabilme ihtimali beni çok endişelendirmişti ama neyseki öyle olmadı. Aksine, Kestrel zeka oyunlarında, stratejiler oluşturmakta çok iyi ve bu konuda insanlar onunla karşı karşıya gelmekten çekiniyorlar. Kestrel sosyeteye uyum sağlasa bile içinde bir merhamet ve babasının ondan beklediği şeylerin aksine kendi hayalleri var. General, kızından orduya katılmasını istiyor. Diğer seçeneği ise biriyle evlenmek. Kestrel'in planları bu maddeleri içermiyor ama seçeneği yok.



Bir gün arkadaşıyla pazarda gezen Kestrel açık arttırmaya denk geliyor. Köle tüccarı ortaya bir genci çıkarıyor ve çocuğu satabilmek için övgü dolu sözler söylüyor. Kestrel'in dikkatini çeken ise çocuğun suratında gördüğü baş kaldıran ifade ve tüccarın söyledikleri "Bu delikanlı şarkı söyleyebiliyor."

Valoryalılar arasında müziği kölelerin yapması bekleniyor ama Kestrel müziğe bayılıyor. Tüccarın söylediği şey Kestrel'in fahiş bir fiyatla köleyi satın alması ile sonuçlanıyor. Kazananın Laneti denen şeyde bu.

Kitap fazla uzun değil zaten ama o kadar çabuk kendini okutma potansiyeli var ki...Elinize aldığınız zaman sayfalar birbirini kovalıyor bir anda.

Kestrel'in Kazananın Laneti ile aldığı kölenin adı Arin. Ve o da en az Kestrel kadar zeki. İkilinin zeka pırıltılarını, birbirlerini cümlelerle ve ufak hareketlerle yaralamaya çalışmalarını anlatıyor kitap. Zarar verme isteği ve hırsıyla başlayıp karşı tarafın canını yakmaya korkar oluyorlar. Birbirlerini korumaları kendi halklarına, haklarını korumak içinse aşklarına sırt çevirmek zorundalar. Sosyetik ve nezih bir grubun içinde olduklarından, köle-efendi ilişkisi olduğundan fiziksel bir mesefa var Arin ve Kestrel arasında. Ne sosyete ne de uyum sağlamaları gereken toplum ikilinin ruhları arasındaki mesafenin giderek azalmasına engel olamıyor.

Karakterler hızla birbirlerine çekiliyorlar ama bunu üstü kapalı kelime oyunları ve bakışmalar arasından farkediyoruz. Bu durum ve zekaları çok güzeldi. Açık söylemek gerekirse beklediğim bir şeyler daha vardı. Kitabı çok sevdiğimi biliyorum ama bazı duygulara, düellolardaki heyecana tam anlamıyla kapılamadığımı düşünmeden edemedim. Belki bu kadar hızlı akmasa, biraz daha sakin gitse daha çok ana kapılabilirdim. Yine okumanızı tavsiye ettiğim ve tarihsel, müzik gibi bir havası olan bir kitaptı.

Düellolar, entrikalar, kapılar ardında dönen dedikodular, aşklar ve yaklaşan savaşla dolu bu kitabı severek okuyacaksınız :)

4/5


14 Eylül 2016 Çarşamba

Umutsuz/Yeni Bir Umut - Colleen Hoover | Kitap Yorumu


Lise son sınıf öğrencisi olan Sky çapkınlığı kendi şanıyla yarışan Dean Holder'la tanışır. İlk karşılaştıkları andan itibaren Holder onu hem korkutur hem de cezbeder. Ona dair bir şeyler, Sky'ın derinlere gömmek için çok uğraştığı sıkıntılı geçmişine ait anılarını ateşler. Sky ondan uzak durmaya kararlı olsa da Holder'ın kararlı tutumu ve esrarengiz gülümsemesi savunmasını yerle bir edip aralarındaki bağın güçlenmesini sağlar. Ama gizemli Holder'ın sakladığı sırlar vardır, bu sırlar ortaya çıkar çıkmaz Sky sonsuza kadar değişir ve güven duygusu gerçekler karşısında yenilgiye uğrar.
Sky ve Holder ancak çıplak gerçeklerle cesurca yüzleşerek yaralarını iyileştirebilecek ve sınır tanımadan yaşayıp birbirlerini sevebileceklerdir
Buraya bir şeyler yazmayalı baya uzun zaman oldu. Şuan söz konusu olan kitabı her platformda anlatmak istiyorum ve buraya da yazayım dedim.

Konu yukarıda bahsedildiği gibi ben direk yorumuma gireceğim. Hatta iki kitabı birden anlatacağım. İlk kitap(Umutsuz) Sky'ın gözünden anlatılıyor ve olayları ilk defa gördüğünüz göz için çok uygun. İlk başta baktığınız zaman Sky çok olgun ve kendi halinde bir tip. Kendisine yapılan hakaretleri ya da okul ortamındaki salakça davranışları çokta umursamadan, erkeklerin kölesi haline gelmeden takılabilen bir tip. Sky'ın o içine kapalı hali kendimi ona yakın hissetmemi sağladı.



Kitapların sevdiğim yanlarından biri karakterlerin hayatlarının belirli kısımlarının bölümler halinde özetlenmesidir. Merak uyandırıcıdır, çünkü gerçek hayatta bunu yapman mümkün değildir. Bir bölümü bitirip yaşamak istemediğiniz şeyleri atlayarak ruh halinize uyan istediğiniz bir bölümden hayatı yaşamaya devam edemezsiniz.Hayat bölümlere değil... dakikalara bölünebilir. Hayatınız boyunca olan olaylar hızlı çekim, boş sayfalar ya da bölüm araları olmaksızın ardı ardına devam eden dakikalara hapsolur, çünkü ne olursa olsun hayat devam eder, kelimeler akar, gerçekler hoşunuza gitse de gitmese de ortaya çıkar ve hayat asla durup soluklanmanıza izin vermez.

Günlerden birgün markete girdiği sırada Dean Holder ile tanışıyor ve ondan sonrası kaderin oyunu gibi gelişiyor. Holder geçmişten gelen biri ama Sky bunu bilmiyor. Belli bir yere kadar Holder bile bilmiyor. Bütün bir kitap duygu seli halinde geçse ya da tamamen duygulardan yoksun olsa konu ziyan olmuş der köşeye atardım ama yazar öyle bir noktaya yerleşmiş ki...



''Seni yaşıyorum Sky,'' dedi dudaklarıma doğru. ''Sesi doya doya yaşıyorum.''

Ağladığım kitaplar bir elin parmaklarını geçmez ama Umutsuz ve Yeni Bir Umut beni itinayla ağlattı. Bunu sağlayan şey size bahsettiğim o duygular için oluşturulan kilit nokta.


“Sky?” dedi kısık bir sesle. “Sana işkence etmeyeceğim, ama buraya gelmeden önce kararımı vermiştim. 
 Bu gece seni öpmeyeceğim.”
“Neden?”
“Çünkü,” diye fısıldadı. “Hissetmemen­den korkuyorum.”  


Sky ve Holder arasında çok güzel bir kimya var ve bu kitabın her tarafını sarmış, elinize aldığınızda sizi sarmaya başlıyor. Holder aşırı korumacı bir erkek ama bunu etrafta gördüğünüz zorlama maçolar gibi kısa etek giyme, oraya bakma şeklinde yapmıyor. Bu korumacı tavrın sebebi hayatındaki bazı olaylar tabisi. İkinci kitaba geçip olayları Holder'ın gözünden okuduğunuzda tam anlamıyla 'Umutsuz'luğa kapılıyorsunuz. Sky bütün karmaşanın içinde ve size bunu hissettiriyor. Onunla birlikte yıkılıp tekrar ayağa kalkıyorsunuz, Holder bambaşka bir durum çünkü bütün olayları kenardan izlemek durumunda kalmış. Ben ikinci kitabı okurken çaresizliğin sadece olayları yaşayan kişi için değil kenarda seyirci kalan kişi içinde geçerli olduğunu gördüm. Bu seyirci kalma durumu oturup mal mal bakmak gibi değil. Holder tam anlamıyla kontrolü kaybetmiş ve kimseyi kurtaramıyormuş, olacakları izlemek dışında bir şey yapamıyormuş gibiydi.

Bir kararın aptallık seviyesini doğru bir şekilde ölçmenin tek yolu zamandı.

İlk kitap bittiğinde olaylar güzel bağlanıp sonlanıyor ama bu serüvenin ikinci kitaptaki gibi bir finale ihtiyacı varmış ve yazar bunu çok iyi tespit edip noktayı koymuş. Hızlı ilerleyen bir kitap ve karakterler çoğunluğunda iletişim halindeler. Çok fazla olay ve mekan yok. Bu sizi sıkmıyor kesinlikle. Yazarın bütün kitaplarını okuyun ama bu iki kitap özellikle hafızanıza kazınacak türden.

Ve... En sevdiğim alıntı...

Gökyüzü her zaman güzeldir. Karanlık, yağmurlu ya da bulutlu olsun, bakmak her zaman keyif verir Bu en sevdiğim şey, çünkü kaybolursam, kendimi yalnız hissedersem ya da korkarsam, tek yapmam gereken kafamı kaldırıp bakmak, ne olursa olsun orada olacak... ve her zaman güzel olacağını bileceğim.






15 Nisan 2016 Cuma

Işıltı - Paula Weston (Refaim #3) | Kitap Yorumu


Gaby Winters hayatının daha karmaşık hale gelebileceğini sanmıyordu, fakat fazlasıyla yanılıyordu. O, sandığı gibi on dokuz yaşındaki kaygısız genç kız değildi. O bir Refaim'di, düşmüş meleklerin soyundan geliyordu. Öldüğünü sandığı ikiz kardeşi hayattaydı. Şimdiyse Rafa; seksi ve sinir bozucu Rafa, Gaby'nin peşindeki iblislere tutsak düşmüştü ve acı çekiyordu. Gaby'nin tek seçeneği kendi içinde ikiye ayrılan Düşmüşlerin birlikte hareket etmesini sağlamaktı, yoksa Rafa'nın hiç şansı kalmayacaktı. Bu, zamana ve tarihin gerçeklerine karşı bir yarıştı ve şimdiden çok geç kalınmış olabilirdi… 

Herkese Merhaba :)

Vizelerim arasında Işıltı'yı küt diye okudum ve bunda Rafa'nın büyük etkisi var. Instagramdaki sayfama kısa bir yazı yazmıştım ama buraya da bir şeyler eklemek istedim.

Olayların başlangıcına gelecek olursak sizi ilk iki kitabı okumuş varsayıyorum. İkinci kitabı bitirenler sonunda Rafa'nın esir düştüğünü biliyordur. Başlangıçta bir an aradan zaman geçmiş gibi hissettim ama hayal gibi bir şeydi sanırım giriş kısmı. Olaylar yarım saat sonrasından başlıyor. Kitabın yarısından biraz fazlası boyunca Rafa'nın ortalıkta görünmediğini söylemem gerek ama ben yine büyük bir merakla okudum. Paula aslında seri için fazla değişik bir konu ve gidişat seçmemiş ama dili ve sizi sürekli soru işaretleri içinde bırakması çok büyük bir avantaj. Kitaba başladım ve Rafa gelene kadar ufak aralıklar vererek okudum, vize olmasa hey yavrum hey :D

Herneyse, Gaby ve Jude arasındaki ilişkiyi bolca görüyoruz kitapta. Rafa'nın yokluğu diğer karakterlerle Gaby'nin ilişkisinin anlatılması ve diğer olayların çözülmesi için fırsat olmuş. Beşleri sık sık görüyoruz kitapta ve bence bu durum çok sinir bozucu. Daniel ve Nathaniel'dan nefret ediyorum. Bahsedildiği gibi, Daniel kıskanç bir karakter ama bu Gaby'i Rafa'dan kıskanması gibi bir şey değil. Jude'u kıskanıyor arkadaş çünkü Jude hiçbir çaba göstermeden Daniel'ın elindeki her şeyi elde edebilecek kadar güçlü ve başarılı. Öyle bir hırsının olmaması ve aile, dost kavramlarına önem vermesi Jude'u Daniel'dan üstün kılan yanlardan biri.

Daniel görünenden çok daha bencil ve hırslı bir tip. Gaby'i de hiç sevmiyor ve onun başını belaya sokan bir çok olayda Daniel'ın bir etkisi var.

Gaby, Jude ve Dışlanmışlar tapınağa gelip diğerleriyle birlikte kalıyorlar ama bunun sebebi geri dönme ihtiyaçları değil. Rafa ve Taya'yı kurtarmak için daha fazla adama ihtiyaçları var. Nathaniel ve konsey sürekli bizimkileri oyalıyor ve kurtarma operasyonun önüne taş koyuyorlar. Ben Gaby yerinde olsam dağıtır ortalığı çıkardım. Aslında bunların hepsi çok uzun bir zaman diliminde günler haftalar gibi hissettirsede saatlerden ve 1-2 günden bahsediyoruz. Serinin kötü yanlarından biri zaman diliminin çok kısa olması. Sıkıcı noktalardan ayıklanarak heyecan dorukta yazılmak istenmiş ve aradaki monoton olaylar olmasın diye kısacık bir süre ele alınmış ama bu biraz kötü olmuş. Sadece birazcık kötü olmuş çünkü kitap çatır çatır kendini okutuyor.

Ufak bir uyarı mesajı sonucu ortalık karışıyor ve Gaby onu destekleyenleri arkasına alıp kendi operasyonunu kuruyor. Ayrıntılar bende kalsın.

Aksiyonlu sahneler bolca vardı ama Rafa'yı özlediğim için "Geçin bunları, bana Rafa lazım!" modunda okudum birazcık.

Ve son...Ah, o son beni bitirdi. Yazar kitap sonlarında okuyucuyu mal gibi bırakmayı başarıyor ve bende o durumda kalanlardan biriyim. Aslına bakılırsa sonunda öyle bir şey olması gerektiğinin farkındaydım ve tahmin etmiştim ama her şeye rağmen şok etkisi yarattı bende.

Final kitabı, olan onca olaydan ve üç kitaptan sonra çok tehlikeli bir dengede olmalı. Çoğu şeyin cevabı son kitaba kaldığı için beklenti yüksek ve cevapsız, geçiştirilen hiçbir ayrıntı olmadan seri tamamlanırsa çok iyi olur.







9 Nisan 2016 Cumartesi

Yabancı: Şahmeran - Öznur Yıldırım | Kitap Yorumu

Sen cennetin varlığından gurur duy, ben cehennemi istiyorum. Yağan kar şiddetini gitgide artırıyor, koyu renk saçlarıma tutunan kar tanelerinin sayısı çoğalıyordu. Konuşmadı, konuşmadım. Sessizlik... Aramızda her daim geçerli olan bir alfabeydi sessizlik. Ben de bu alfabeye bir kez daha boyun eğdim ve uzun, titreyen parmaklarımı avuçlarımın içine bastırdım. Elimi yanıma indirdiğimde avuçlarımda eriyen kar yere damladı... Rengi, kan rengiydi. Rengi, kaybın rengiydi. Rengi, bir cinayetin rengiydi.
Herkese Merhaba,

Yabancı yorumuna geldi sıra. Kitabı Wattpaddeyken okumuştum ve Pegasusun hazırladığı kapağın üstüne kendime engel olamayıp aldım. Kapaktaki anlam Yeniayın kapağındakiyle aynı. Biri daha söyleyince daha da kuvvetlendi bu düşüncem. Herneyse, kitabı Ediz'in repliklerini de özlemişken okumaya başladım ama bir türlü bitiremedim. Kitabı sevdim ama sıkıldım. Kurgu bir romanda olmaması gerektiği kadar betimleme vardı. Bu, okuyucular için aşırı yorucu bir durum ve beni çok fazla sıktı.

Konu çok hoşuma gidiyor ve detaylar güzel düşünülmüş ama betimlemenin yoğunluğundan dolayı olay kalmamış ortada. Aslında 300 sayfayla bile tamamlanabilecek kadar olay var ama o kadar çok Doğa'nın ruhsal durumundan bahsedilmiş ki sayfa sayısı olmuş 600. Bu 600 sayfada zaman hiç geçmiyor gibi hissettim ve ilişkileri çok çabuk birbirine dolandı. Meğer 2 ay geçmiş bile ama azıcık olay okuduğumdan aynı günler içerisinde gibi hissettim.

Doğa aşırı çelişkili bir karakter ama bu mantık hatasına kayacak derecede. Ailesinden kopuk olduğunu yalnızlığını ve gücünü aşırı derecede belirtiyor ama kendi hayatını onlar için çatır çatır harcamaya razı. Kaldı ki içinde bulunduğu duruma düşmesinin sebebi ailesinin yaptığı şey. En başta fırsatını bulduğunda kaçmaması pek olmamış çünkü ateşler içindeyken bile kendini dışarılara attı ama bir fotoğraf görünce gidip anlaşma yapmaya karar verdi. Sürekli mümkün olmayan zamanlarda kaçma planları yapıp en uygun zamanda kaçmanın sırası olmadığına karar verdi. Eğer eve geri dönse Ediz ailesini küt küt öldüremezdi ve bir sürü önlem alınırdı. Ediz çok ilahlaştırılmış. Bir yerde hepimizin onu havalı bulmasının sebebi o ama dozu kaçmış.

En rahatsız olduğum şeylerden biri Doğa'nın sürekli ezilmesiydi. Hem Ediz tarafından hem de kendini sürekli ezikliyordu. Ediz'in babasının ölmesi kötü bir durum ama bu Doğa'ya yaptığı hiçbir hareketi haklı çıkarmaz. Kadın karakterin bu kadar aşağılanması beni aşırı derecede rahatsız ediyor. Bazı yerlerde hayranların öyle yorumlarını gördüm ki pes dedim. Ediz bana bunları yapsın gıkım çıkmaz tarzında yazılar okudum, lütfen düşüncelerinize dikkat edin. Ediz aşırı havalı, karizmatik falan ama bu tecavüze kalkışmasını, gösterdiği hiddeti mantıklı ve kabul edilebilir yapmıyor.

Bazı sözler çok hoşuma gitti ama editör kitabı daha dikkatli gözden geçirmeliymiş, yazım hataları ve cümlelerdeki bozukluklar biraz fazlaydı. İlk başta dediğim gibi zaman sanki hiç geçmiyormuş gibi olmuş ama iki ay geçmiş bile. Yine de Ediz'in bir yıl boyunca planlar kurup körüklediği nefretinin kısacık bir zaman diliminde yok olması tuhaf. Nefreti hala var ama Doğa'ya karşı yumuşadı hatta şevkat bile beslemeye başladı. Doğa kendi kendini sürekli suçlayıp bütün sorunlar ondan kaynaklanıyormuş gibi hareket ettikçe daha da zıvanadan çıktım. Üstüne üstlük Ediz'i başkalarından kıskanacak havaya girdi. O kadar baskının altında tavırlarının bu kadar rahat olması değişik. Ediz'e hesap sormaya bile başladı ve bazen cevapta aldı bu artistliklere.

Ediz'in o değişik havasına kapıldığım kadar ona saydırdığımda oldu. Doğa burada kurban olmasına rağmen bazen "Ediz, yapıştır şunun ağzına tokadıda oradaki rolünün farkına varsın dediğim anlar oldu. En büyük şoku Kelepçe bölümünün sonunda olan şeye rağmen yine aynı adamın kollarında ağlamasında geçirdim. Doğa kesinlikle ama kesinlikle psikolojik olarak bir hastalığa sahip. İçine kapanık, bunalımda gibi ufak değil, Stockholm Sendromu gibi tehlikeli bir hastalığı var bana göre. Bir şekilde birbirlerine iyi geldiklerini düşünebilir herkes ama eziyet gördüğünüz birine şefkat duymak normal bir davranış değil. Doğa sürekli karşısındaki adamın bir katil olduğunu unutuyor ve ilgi bekliyor. Kendine gel kızım!

Bir yerde sıkılmamın sebeplerinden biride aynı durumun sürekli başa sarmasıydı. Doğa köpek yavrusu gibi kendini tekmeletip ezdiriyor, ardından ben güçlüyüm amanda neler atlattım diyip Ediz'e efeleniyor, Ediz bunun ağzına sıçıyor ve Doğa'nın bütün havası yerlebir. Doğa güçlü bir karakter değil, güç denen şey bu değil. Yalnızlığını sevdiği izlenimine kapılıyor ilk zamanda okuyan ama sonradan ilgiye muhtaç, arkadaş isteyen bir insan çıkıyor karşımıza.

Toparlamak gerekirse kurguyu sevdim. Bazı cümleler hoşuma gitti ama çoğu fazla zorlama duruyordu, onlar yerine basit cümleler kullanılsa tadından yenmezdi. Ediz karakterinin insanı yakalayan bir yönü var ama egosu kabarık ve Doğa'yı aşağılayıp durması çok sinir. Ben fırsatını bulsam ya onun kafasına sıkardım ya kendi kafama sıkardım. Doğa en sinir olduğum kız karakterlerden biri haline gelmiş oldu.

Kitabı okurken Wattpad'deki heyecanım yoktu ve o heyecanın olmaması beni biraz üzdü. Wattpad'den çıkan kaliteli bir kitap olduğunu söylemek zorundayım ama insanların yazarı ve Yabancı'yı abartmalarıda biraz önyargı oluşturan bir durum. İyisiyle kötüsüyle tüm fikrim bu.