15 Kasım 2016 Salı

Kazananın Laneti - Marie Rutkoski (The Winner's Trilogy #1) | Kitap Yorumu




İstediğin şeyi kazanmak, sevdiğin her şeye mal olabilir.
On yedi yaşındaki Kestrel, bir generalin kızı olarak savurgan ve ayrıcalıklı hayatının tadını çıkarmaktadır. Arin'in ise sırtındaki giysilerinden başka bir şeyi yoktur. Kestrel, Arin'i kendisine bağlayan fevri bir karar alır ve bununla savaşmaya çalışsalar da birbirlerine âşık olmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ancak genç âşıkların dünyasında, isyan, düellolar, ahlaksız söylentiler, kirli sırlar ve her şeyin tehlikede olduğu oyunlar hüküm sürmektedir. Birlikte olabilmek için halklarına; ülkelerine sadık kalmak için ise birbirlerine ihanet etmelidirler.

Herkeslere Merhaba :)

Kazananın Laneti hakkında bir yorum yazacağım, acep nasıl yazacağım? Kitabı Ayşe'yle birlikte okuduk ve sık sık ilerleyişine göre fikirlerimizden bahsettik. Buradan ona selamlar :D Hızlıca konusundan bahsedip yoruma geçeceğim.



Valoryalılar ve Herraniler  olarak ikiye ayrılan bir toplum, bir coğrafya var. Bir zamanlar bu coğrafyada Herraniler hüküm sürüyormuş ama Valoryalılar vahşice savaş açana kadar. Savaşı Valoryalılar kazanınca Herraniler ölüm yerine köleliği seçip her şeylerini bırakıp kendi topraklarında Valoryalılara hizmet etmeye başlıyorlar.

Hikayemizin temeli bu ama odak noktamız Kestrel ve Arin. Kestrel Valoryalı bir generalin kızı ve rahat bir hayat yaşıyor. Sosyete partilerine, dedikodulara ve entrikalara ayak uyduruyor. Başta onun bu durumdan zevk alan ve hayatın farkında olmayan salak bir kız olabilme ihtimali beni çok endişelendirmişti ama neyseki öyle olmadı. Aksine, Kestrel zeka oyunlarında, stratejiler oluşturmakta çok iyi ve bu konuda insanlar onunla karşı karşıya gelmekten çekiniyorlar. Kestrel sosyeteye uyum sağlasa bile içinde bir merhamet ve babasının ondan beklediği şeylerin aksine kendi hayalleri var. General, kızından orduya katılmasını istiyor. Diğer seçeneği ise biriyle evlenmek. Kestrel'in planları bu maddeleri içermiyor ama seçeneği yok.



Bir gün arkadaşıyla pazarda gezen Kestrel açık arttırmaya denk geliyor. Köle tüccarı ortaya bir genci çıkarıyor ve çocuğu satabilmek için övgü dolu sözler söylüyor. Kestrel'in dikkatini çeken ise çocuğun suratında gördüğü baş kaldıran ifade ve tüccarın söyledikleri "Bu delikanlı şarkı söyleyebiliyor."

Valoryalılar arasında müziği kölelerin yapması bekleniyor ama Kestrel müziğe bayılıyor. Tüccarın söylediği şey Kestrel'in fahiş bir fiyatla köleyi satın alması ile sonuçlanıyor. Kazananın Laneti denen şeyde bu.

Kitap fazla uzun değil zaten ama o kadar çabuk kendini okutma potansiyeli var ki...Elinize aldığınız zaman sayfalar birbirini kovalıyor bir anda.

Kestrel'in Kazananın Laneti ile aldığı kölenin adı Arin. Ve o da en az Kestrel kadar zeki. İkilinin zeka pırıltılarını, birbirlerini cümlelerle ve ufak hareketlerle yaralamaya çalışmalarını anlatıyor kitap. Zarar verme isteği ve hırsıyla başlayıp karşı tarafın canını yakmaya korkar oluyorlar. Birbirlerini korumaları kendi halklarına, haklarını korumak içinse aşklarına sırt çevirmek zorundalar. Sosyetik ve nezih bir grubun içinde olduklarından, köle-efendi ilişkisi olduğundan fiziksel bir mesefa var Arin ve Kestrel arasında. Ne sosyete ne de uyum sağlamaları gereken toplum ikilinin ruhları arasındaki mesafenin giderek azalmasına engel olamıyor.

Karakterler hızla birbirlerine çekiliyorlar ama bunu üstü kapalı kelime oyunları ve bakışmalar arasından farkediyoruz. Bu durum ve zekaları çok güzeldi. Açık söylemek gerekirse beklediğim bir şeyler daha vardı. Kitabı çok sevdiğimi biliyorum ama bazı duygulara, düellolardaki heyecana tam anlamıyla kapılamadığımı düşünmeden edemedim. Belki bu kadar hızlı akmasa, biraz daha sakin gitse daha çok ana kapılabilirdim. Yine okumanızı tavsiye ettiğim ve tarihsel, müzik gibi bir havası olan bir kitaptı.

Düellolar, entrikalar, kapılar ardında dönen dedikodular, aşklar ve yaklaşan savaşla dolu bu kitabı severek okuyacaksınız :)

4/5


14 Eylül 2016 Çarşamba

Umutsuz/Yeni Bir Umut - Colleen Hoover | Kitap Yorumu


Lise son sınıf öğrencisi olan Sky çapkınlığı kendi şanıyla yarışan Dean Holder'la tanışır. İlk karşılaştıkları andan itibaren Holder onu hem korkutur hem de cezbeder. Ona dair bir şeyler, Sky'ın derinlere gömmek için çok uğraştığı sıkıntılı geçmişine ait anılarını ateşler. Sky ondan uzak durmaya kararlı olsa da Holder'ın kararlı tutumu ve esrarengiz gülümsemesi savunmasını yerle bir edip aralarındaki bağın güçlenmesini sağlar. Ama gizemli Holder'ın sakladığı sırlar vardır, bu sırlar ortaya çıkar çıkmaz Sky sonsuza kadar değişir ve güven duygusu gerçekler karşısında yenilgiye uğrar.
Sky ve Holder ancak çıplak gerçeklerle cesurca yüzleşerek yaralarını iyileştirebilecek ve sınır tanımadan yaşayıp birbirlerini sevebileceklerdir
Buraya bir şeyler yazmayalı baya uzun zaman oldu. Şuan söz konusu olan kitabı her platformda anlatmak istiyorum ve buraya da yazayım dedim.

Konu yukarıda bahsedildiği gibi ben direk yorumuma gireceğim. Hatta iki kitabı birden anlatacağım. İlk kitap(Umutsuz) Sky'ın gözünden anlatılıyor ve olayları ilk defa gördüğünüz göz için çok uygun. İlk başta baktığınız zaman Sky çok olgun ve kendi halinde bir tip. Kendisine yapılan hakaretleri ya da okul ortamındaki salakça davranışları çokta umursamadan, erkeklerin kölesi haline gelmeden takılabilen bir tip. Sky'ın o içine kapalı hali kendimi ona yakın hissetmemi sağladı.



Kitapların sevdiğim yanlarından biri karakterlerin hayatlarının belirli kısımlarının bölümler halinde özetlenmesidir. Merak uyandırıcıdır, çünkü gerçek hayatta bunu yapman mümkün değildir. Bir bölümü bitirip yaşamak istemediğiniz şeyleri atlayarak ruh halinize uyan istediğiniz bir bölümden hayatı yaşamaya devam edemezsiniz.Hayat bölümlere değil... dakikalara bölünebilir. Hayatınız boyunca olan olaylar hızlı çekim, boş sayfalar ya da bölüm araları olmaksızın ardı ardına devam eden dakikalara hapsolur, çünkü ne olursa olsun hayat devam eder, kelimeler akar, gerçekler hoşunuza gitse de gitmese de ortaya çıkar ve hayat asla durup soluklanmanıza izin vermez.

Günlerden birgün markete girdiği sırada Dean Holder ile tanışıyor ve ondan sonrası kaderin oyunu gibi gelişiyor. Holder geçmişten gelen biri ama Sky bunu bilmiyor. Belli bir yere kadar Holder bile bilmiyor. Bütün bir kitap duygu seli halinde geçse ya da tamamen duygulardan yoksun olsa konu ziyan olmuş der köşeye atardım ama yazar öyle bir noktaya yerleşmiş ki...



''Seni yaşıyorum Sky,'' dedi dudaklarıma doğru. ''Sesi doya doya yaşıyorum.''

Ağladığım kitaplar bir elin parmaklarını geçmez ama Umutsuz ve Yeni Bir Umut beni itinayla ağlattı. Bunu sağlayan şey size bahsettiğim o duygular için oluşturulan kilit nokta.


“Sky?” dedi kısık bir sesle. “Sana işkence etmeyeceğim, ama buraya gelmeden önce kararımı vermiştim. 
 Bu gece seni öpmeyeceğim.”
“Neden?”
“Çünkü,” diye fısıldadı. “Hissetmemen­den korkuyorum.”  


Sky ve Holder arasında çok güzel bir kimya var ve bu kitabın her tarafını sarmış, elinize aldığınızda sizi sarmaya başlıyor. Holder aşırı korumacı bir erkek ama bunu etrafta gördüğünüz zorlama maçolar gibi kısa etek giyme, oraya bakma şeklinde yapmıyor. Bu korumacı tavrın sebebi hayatındaki bazı olaylar tabisi. İkinci kitaba geçip olayları Holder'ın gözünden okuduğunuzda tam anlamıyla 'Umutsuz'luğa kapılıyorsunuz. Sky bütün karmaşanın içinde ve size bunu hissettiriyor. Onunla birlikte yıkılıp tekrar ayağa kalkıyorsunuz, Holder bambaşka bir durum çünkü bütün olayları kenardan izlemek durumunda kalmış. Ben ikinci kitabı okurken çaresizliğin sadece olayları yaşayan kişi için değil kenarda seyirci kalan kişi içinde geçerli olduğunu gördüm. Bu seyirci kalma durumu oturup mal mal bakmak gibi değil. Holder tam anlamıyla kontrolü kaybetmiş ve kimseyi kurtaramıyormuş, olacakları izlemek dışında bir şey yapamıyormuş gibiydi.

Bir kararın aptallık seviyesini doğru bir şekilde ölçmenin tek yolu zamandı.

İlk kitap bittiğinde olaylar güzel bağlanıp sonlanıyor ama bu serüvenin ikinci kitaptaki gibi bir finale ihtiyacı varmış ve yazar bunu çok iyi tespit edip noktayı koymuş. Hızlı ilerleyen bir kitap ve karakterler çoğunluğunda iletişim halindeler. Çok fazla olay ve mekan yok. Bu sizi sıkmıyor kesinlikle. Yazarın bütün kitaplarını okuyun ama bu iki kitap özellikle hafızanıza kazınacak türden.

Ve... En sevdiğim alıntı...

Gökyüzü her zaman güzeldir. Karanlık, yağmurlu ya da bulutlu olsun, bakmak her zaman keyif verir Bu en sevdiğim şey, çünkü kaybolursam, kendimi yalnız hissedersem ya da korkarsam, tek yapmam gereken kafamı kaldırıp bakmak, ne olursa olsun orada olacak... ve her zaman güzel olacağını bileceğim.






15 Nisan 2016 Cuma

Işıltı - Paula Weston (Refaim #3) | Kitap Yorumu


Gaby Winters hayatının daha karmaşık hale gelebileceğini sanmıyordu, fakat fazlasıyla yanılıyordu. O, sandığı gibi on dokuz yaşındaki kaygısız genç kız değildi. O bir Refaim'di, düşmüş meleklerin soyundan geliyordu. Öldüğünü sandığı ikiz kardeşi hayattaydı. Şimdiyse Rafa; seksi ve sinir bozucu Rafa, Gaby'nin peşindeki iblislere tutsak düşmüştü ve acı çekiyordu. Gaby'nin tek seçeneği kendi içinde ikiye ayrılan Düşmüşlerin birlikte hareket etmesini sağlamaktı, yoksa Rafa'nın hiç şansı kalmayacaktı. Bu, zamana ve tarihin gerçeklerine karşı bir yarıştı ve şimdiden çok geç kalınmış olabilirdi… 

Herkese Merhaba :)

Vizelerim arasında Işıltı'yı küt diye okudum ve bunda Rafa'nın büyük etkisi var. Instagramdaki sayfama kısa bir yazı yazmıştım ama buraya da bir şeyler eklemek istedim.

Olayların başlangıcına gelecek olursak sizi ilk iki kitabı okumuş varsayıyorum. İkinci kitabı bitirenler sonunda Rafa'nın esir düştüğünü biliyordur. Başlangıçta bir an aradan zaman geçmiş gibi hissettim ama hayal gibi bir şeydi sanırım giriş kısmı. Olaylar yarım saat sonrasından başlıyor. Kitabın yarısından biraz fazlası boyunca Rafa'nın ortalıkta görünmediğini söylemem gerek ama ben yine büyük bir merakla okudum. Paula aslında seri için fazla değişik bir konu ve gidişat seçmemiş ama dili ve sizi sürekli soru işaretleri içinde bırakması çok büyük bir avantaj. Kitaba başladım ve Rafa gelene kadar ufak aralıklar vererek okudum, vize olmasa hey yavrum hey :D

Herneyse, Gaby ve Jude arasındaki ilişkiyi bolca görüyoruz kitapta. Rafa'nın yokluğu diğer karakterlerle Gaby'nin ilişkisinin anlatılması ve diğer olayların çözülmesi için fırsat olmuş. Beşleri sık sık görüyoruz kitapta ve bence bu durum çok sinir bozucu. Daniel ve Nathaniel'dan nefret ediyorum. Bahsedildiği gibi, Daniel kıskanç bir karakter ama bu Gaby'i Rafa'dan kıskanması gibi bir şey değil. Jude'u kıskanıyor arkadaş çünkü Jude hiçbir çaba göstermeden Daniel'ın elindeki her şeyi elde edebilecek kadar güçlü ve başarılı. Öyle bir hırsının olmaması ve aile, dost kavramlarına önem vermesi Jude'u Daniel'dan üstün kılan yanlardan biri.

Daniel görünenden çok daha bencil ve hırslı bir tip. Gaby'i de hiç sevmiyor ve onun başını belaya sokan bir çok olayda Daniel'ın bir etkisi var.

Gaby, Jude ve Dışlanmışlar tapınağa gelip diğerleriyle birlikte kalıyorlar ama bunun sebebi geri dönme ihtiyaçları değil. Rafa ve Taya'yı kurtarmak için daha fazla adama ihtiyaçları var. Nathaniel ve konsey sürekli bizimkileri oyalıyor ve kurtarma operasyonun önüne taş koyuyorlar. Ben Gaby yerinde olsam dağıtır ortalığı çıkardım. Aslında bunların hepsi çok uzun bir zaman diliminde günler haftalar gibi hissettirsede saatlerden ve 1-2 günden bahsediyoruz. Serinin kötü yanlarından biri zaman diliminin çok kısa olması. Sıkıcı noktalardan ayıklanarak heyecan dorukta yazılmak istenmiş ve aradaki monoton olaylar olmasın diye kısacık bir süre ele alınmış ama bu biraz kötü olmuş. Sadece birazcık kötü olmuş çünkü kitap çatır çatır kendini okutuyor.

Ufak bir uyarı mesajı sonucu ortalık karışıyor ve Gaby onu destekleyenleri arkasına alıp kendi operasyonunu kuruyor. Ayrıntılar bende kalsın.

Aksiyonlu sahneler bolca vardı ama Rafa'yı özlediğim için "Geçin bunları, bana Rafa lazım!" modunda okudum birazcık.

Ve son...Ah, o son beni bitirdi. Yazar kitap sonlarında okuyucuyu mal gibi bırakmayı başarıyor ve bende o durumda kalanlardan biriyim. Aslına bakılırsa sonunda öyle bir şey olması gerektiğinin farkındaydım ve tahmin etmiştim ama her şeye rağmen şok etkisi yarattı bende.

Final kitabı, olan onca olaydan ve üç kitaptan sonra çok tehlikeli bir dengede olmalı. Çoğu şeyin cevabı son kitaba kaldığı için beklenti yüksek ve cevapsız, geçiştirilen hiçbir ayrıntı olmadan seri tamamlanırsa çok iyi olur.







9 Nisan 2016 Cumartesi

Yabancı: Şahmeran - Öznur Yıldırım | Kitap Yorumu

Sen cennetin varlığından gurur duy, ben cehennemi istiyorum. Yağan kar şiddetini gitgide artırıyor, koyu renk saçlarıma tutunan kar tanelerinin sayısı çoğalıyordu. Konuşmadı, konuşmadım. Sessizlik... Aramızda her daim geçerli olan bir alfabeydi sessizlik. Ben de bu alfabeye bir kez daha boyun eğdim ve uzun, titreyen parmaklarımı avuçlarımın içine bastırdım. Elimi yanıma indirdiğimde avuçlarımda eriyen kar yere damladı... Rengi, kan rengiydi. Rengi, kaybın rengiydi. Rengi, bir cinayetin rengiydi.
Herkese Merhaba,

Yabancı yorumuna geldi sıra. Kitabı Wattpaddeyken okumuştum ve Pegasusun hazırladığı kapağın üstüne kendime engel olamayıp aldım. Kapaktaki anlam Yeniayın kapağındakiyle aynı. Biri daha söyleyince daha da kuvvetlendi bu düşüncem. Herneyse, kitabı Ediz'in repliklerini de özlemişken okumaya başladım ama bir türlü bitiremedim. Kitabı sevdim ama sıkıldım. Kurgu bir romanda olmaması gerektiği kadar betimleme vardı. Bu, okuyucular için aşırı yorucu bir durum ve beni çok fazla sıktı.

Konu çok hoşuma gidiyor ve detaylar güzel düşünülmüş ama betimlemenin yoğunluğundan dolayı olay kalmamış ortada. Aslında 300 sayfayla bile tamamlanabilecek kadar olay var ama o kadar çok Doğa'nın ruhsal durumundan bahsedilmiş ki sayfa sayısı olmuş 600. Bu 600 sayfada zaman hiç geçmiyor gibi hissettim ve ilişkileri çok çabuk birbirine dolandı. Meğer 2 ay geçmiş bile ama azıcık olay okuduğumdan aynı günler içerisinde gibi hissettim.

Doğa aşırı çelişkili bir karakter ama bu mantık hatasına kayacak derecede. Ailesinden kopuk olduğunu yalnızlığını ve gücünü aşırı derecede belirtiyor ama kendi hayatını onlar için çatır çatır harcamaya razı. Kaldı ki içinde bulunduğu duruma düşmesinin sebebi ailesinin yaptığı şey. En başta fırsatını bulduğunda kaçmaması pek olmamış çünkü ateşler içindeyken bile kendini dışarılara attı ama bir fotoğraf görünce gidip anlaşma yapmaya karar verdi. Sürekli mümkün olmayan zamanlarda kaçma planları yapıp en uygun zamanda kaçmanın sırası olmadığına karar verdi. Eğer eve geri dönse Ediz ailesini küt küt öldüremezdi ve bir sürü önlem alınırdı. Ediz çok ilahlaştırılmış. Bir yerde hepimizin onu havalı bulmasının sebebi o ama dozu kaçmış.

En rahatsız olduğum şeylerden biri Doğa'nın sürekli ezilmesiydi. Hem Ediz tarafından hem de kendini sürekli ezikliyordu. Ediz'in babasının ölmesi kötü bir durum ama bu Doğa'ya yaptığı hiçbir hareketi haklı çıkarmaz. Kadın karakterin bu kadar aşağılanması beni aşırı derecede rahatsız ediyor. Bazı yerlerde hayranların öyle yorumlarını gördüm ki pes dedim. Ediz bana bunları yapsın gıkım çıkmaz tarzında yazılar okudum, lütfen düşüncelerinize dikkat edin. Ediz aşırı havalı, karizmatik falan ama bu tecavüze kalkışmasını, gösterdiği hiddeti mantıklı ve kabul edilebilir yapmıyor.

Bazı sözler çok hoşuma gitti ama editör kitabı daha dikkatli gözden geçirmeliymiş, yazım hataları ve cümlelerdeki bozukluklar biraz fazlaydı. İlk başta dediğim gibi zaman sanki hiç geçmiyormuş gibi olmuş ama iki ay geçmiş bile. Yine de Ediz'in bir yıl boyunca planlar kurup körüklediği nefretinin kısacık bir zaman diliminde yok olması tuhaf. Nefreti hala var ama Doğa'ya karşı yumuşadı hatta şevkat bile beslemeye başladı. Doğa kendi kendini sürekli suçlayıp bütün sorunlar ondan kaynaklanıyormuş gibi hareket ettikçe daha da zıvanadan çıktım. Üstüne üstlük Ediz'i başkalarından kıskanacak havaya girdi. O kadar baskının altında tavırlarının bu kadar rahat olması değişik. Ediz'e hesap sormaya bile başladı ve bazen cevapta aldı bu artistliklere.

Ediz'in o değişik havasına kapıldığım kadar ona saydırdığımda oldu. Doğa burada kurban olmasına rağmen bazen "Ediz, yapıştır şunun ağzına tokadıda oradaki rolünün farkına varsın dediğim anlar oldu. En büyük şoku Kelepçe bölümünün sonunda olan şeye rağmen yine aynı adamın kollarında ağlamasında geçirdim. Doğa kesinlikle ama kesinlikle psikolojik olarak bir hastalığa sahip. İçine kapanık, bunalımda gibi ufak değil, Stockholm Sendromu gibi tehlikeli bir hastalığı var bana göre. Bir şekilde birbirlerine iyi geldiklerini düşünebilir herkes ama eziyet gördüğünüz birine şefkat duymak normal bir davranış değil. Doğa sürekli karşısındaki adamın bir katil olduğunu unutuyor ve ilgi bekliyor. Kendine gel kızım!

Bir yerde sıkılmamın sebeplerinden biride aynı durumun sürekli başa sarmasıydı. Doğa köpek yavrusu gibi kendini tekmeletip ezdiriyor, ardından ben güçlüyüm amanda neler atlattım diyip Ediz'e efeleniyor, Ediz bunun ağzına sıçıyor ve Doğa'nın bütün havası yerlebir. Doğa güçlü bir karakter değil, güç denen şey bu değil. Yalnızlığını sevdiği izlenimine kapılıyor ilk zamanda okuyan ama sonradan ilgiye muhtaç, arkadaş isteyen bir insan çıkıyor karşımıza.

Toparlamak gerekirse kurguyu sevdim. Bazı cümleler hoşuma gitti ama çoğu fazla zorlama duruyordu, onlar yerine basit cümleler kullanılsa tadından yenmezdi. Ediz karakterinin insanı yakalayan bir yönü var ama egosu kabarık ve Doğa'yı aşağılayıp durması çok sinir. Ben fırsatını bulsam ya onun kafasına sıkardım ya kendi kafama sıkardım. Doğa en sinir olduğum kız karakterlerden biri haline gelmiş oldu.

Kitabı okurken Wattpad'deki heyecanım yoktu ve o heyecanın olmaması beni biraz üzdü. Wattpad'den çıkan kaliteli bir kitap olduğunu söylemek zorundayım ama insanların yazarı ve Yabancı'yı abartmalarıda biraz önyargı oluşturan bir durum. İyisiyle kötüsüyle tüm fikrim bu.

5 Nisan 2016 Salı

Gölgeler - Paula Weston (Refaim #1) | Kitap Yorumu



Gaby Winters yaklaşık bir yıl önce ikiz kardeşi Jude'u bir trafik kazasında kaybetmişti. Kazadan sonra bedeni iyileşmişti ama acısı hâlâ ilk günkü gibi tazeydi ve kâbusları bitmiyordu: Her gece kâbuslarında iblislerle ve cehennemin diğer yaratıklarıyla savaşıyordu. Ve sonra karşısına Rafa çıktı. Rafa, sadece kâbuslarında sık sık gördüğü çocuk değildi, aynı zamanda ikiz kardeşi Jude'la da bir geçmişleri olduğunu iddia ediyordu. Gaby, hayatı ve kendi hakkında bildiğini düşündüğü gerçeklerin sadece birer yalan olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı ve bulması gereken gerçekler kâbuslarındaki gölgelerde gizliydiler. Rafa kimdi? Refaimler kimlerdi? Ve en önemlisi Gaby kime güvenebilirdi?

Herkese Merhaba :) Gölgeler yorumu ile karşınızdayım. Bu kitabı, seriyi çok seviyorum. Nedeni ne emin değilim. Yani konu olarak çok güzel ama asıl sebep o değil. Öncelikle ben ilişkideki bağların kuvvetini seviyorum. Jude ve Gabe arasındakini. Ayrıca Raffa'nın ikizlere olan sadakatine de bitiyorum. Konu yukarıda yazdığı gibi ama biraz ayrıntılardan bahsetmek gerek. Kitap kafamda tam olarak taze değil ama elimden geldiğince açıklayacağım.

"Birkaç şeyi çözüp anlamama müsaade et." 
"Neden bana yardım etmediğin gibi mi?" 
"Dövüşemeyeceğin aklımın ucundan bile geçmedi." 
"Dövüşmeyi bilseydim Rafa şu an bilincin yerinde olmazdı." 
"Gördün mü işte şimdi tamamen kaybolmadığına dair bir umut veriyor bu bana. Sen hala oralarda bir yerdesin."
Gaby ve ikiz kardeşi Jude bir trafik kazası geçiriyorlar ve Gaby kazada kardeşini kaybediyor. Bir şekilde kendini toparlayıp normal bir hayata adapte olmaya çalışıyor ve bunu yaparken ona destek olan bir ev arkadaşı var. Gaby kaybını geride bırakmaya çalışsada ensesindeki yara, bacağındaki sakatlık ve kabusları ona izin vermiyor. Her gece iblislerin olduğu ve kendisinin onlarla savaştığı kabuslar görüyor ve bunları bir web sitesinde hikaye olarak yazıyor. Ev arkadaşı bu kabuslardan haberdar olsa da Gaby yalnız gibi hissediyor ve kardeşinin acısının iliklerine kadar işlediğini biliyor. Bu durumu pek hafifletemiyor.
"Aklını başına topla burası güvenli değil.Pantolonunuda düzelt. Peki ne yani barmenden mi hoşlanıyorsun?" Ses tonu aksi.. "Simon iyi bir çocuk." 
"Benim gibi öpüyor mu?. " 
"Hayır dediğim gibi iyi bir çocuk."

Kabusları ona Raffa'yı getiriyor. Raffa yakışıklı ve becerikli bir Refaim. Yani düşmüş meleklerin insanlardan olan çocuklarından biri. Raffa'nın gelişi Gaby'nin içinde bulunduğu karmaşayı körüklüyor. Gaby aslında kabuslarının sadece kabus olmadığını öğreniyor. Ayrıca rüyalarında onunla birlikte savaşan kişi Raffa'dan başkası değil. Ondan cevaplar bekleyen çocuğun aslında kendisini çok daha iyi tanıdığını görüyor. Raffa, onu tanıyor. Gaby'i değil. Gabe'i. Rüyalarından yola çıkarak yazdığı hikaye ona Raffa'dan çok daha fazlasını getiriyor. Bütün Refaim topluluğu ve iblisler Gaby'nin peşinde. Çünkü kazayı yapmadan önce bir yıllığına ikiz kardeşiyle ortadan kayboluyor ve herkes onların öldüğünü ya da düşman tarafla bir anlaşma yaptığını düşünüyor. Gaby hiçbir şey hatırlamasa da herkes onu hatırlıyor ve hafıza kaybına inanmıyorlar. Bu durum Gaby'nin ve arkadaşının başını belaya sokuyor. Gaby unuttuğu geçmişiyle yüzleşmek zorunda.
"Gabe" diyor Rafa ve dudağımı ısırıyorum. " Biliyorum. Çaresine bakacağım." Bana doğru eğiliyor. Tişörtü parmaklarımın arasında. "Sen benden bir şey istemeyeli uzun zaman oldu. Bunu batırmayacağım." 
"Bir süreliğine pislik gibi davranmayı da bıraksan olur mu?" 
"Ona söz veremem işte."

22 Mart 2016 Salı

Alacakaranlık Efsanesi Seri Yorumu | Stephenie Meyer


Kitap Kapaklarının Anlamları

1-Alacakaranlık: Kırmızı elma yasak aşkı temsil ediyor. Bella ve Edward'ın aşkının olmaması gerektiğini anlatıyor.
2-Yeniay: Aslında capcanlı olması gereken bir çiçek var ama üzerine kan bulaşmış ve soluyor. Bu Bella'nın soluşunu simgeliyor.
3-Tutulma: Kırmızı aşkı, sevgiyi temsil ediyor. Bella artık Jacobla bağını koparmak zorunda. Edward'ı tercih etti. Aradaki  ince ipler ilişkinin tam olarak kopmadığını anlatıyor.
4-Şafak Vakti:
 Bella serinin sonuna kadar en zayıf karakterdi. Arkadaki kırmızı piyon eski Bellayı temsil ediyor. Piyon satrançtaki en zayıf taş olduğu ve kırmızıya, kana sahip olduğu için. Son kitapta Bella en güçlü karakter oluyor. Satrançtaki vezir oluyor. Ön taraftaki beyaz vezir onun vampir oluşunu ve en güçlü rol haline gelişini temsil ediyor.



ALACAKARANLIK

İlk kitap benim favorim. Olayların basit halini seviyorum. Başlangıcı seviyorum. Konudan bahsetme gereği duymuyorum. Genel olarak hatalı bulduğum yönlerden ve sevdiklerimden söz edeceğim.

Bella'nın kendi hayatına zerre değer vermemesi sinir bozucuydu. Koşulsuz bir aşktan bahsediyoruz ama onun için ölürüm psikolojisi için çok erkendi bence. Ayrıca ölme konusuna sıradan bakması en başından beri vardı bence.

Vampirlerin parlamasını aşırı saçma buluyorum. Koca seride belki de ek kabul edemeyeceğim şey bu. Edward "Bu bir canavarın teni Bella." diyor ama ışıldıyorsun arkadaş. Anca pembe pony kadar canavar duruyorsun.

Okuldaki bütün erkeklerin daha ilk geldiği andan itibaren Bella'ya kapılması biraz saçmaydı. Bella kendi halinde sessiz bir karakter ama bütün hiperaktif tipler ona aşık oldu. Hatta bu işi iddaalara vurdular. O kadar içine kapanık karakterler genelde görmezden gelinir. Bizzat kendimden biliyorum. İçine kapanık karakter herkesi görmezden gelir. İnsanlarda onu görmez. Bella bu görmezden gelme durumunada biraz menfaatçi yaklaştı. Birlikte takılması gerektiğinde arkadaşlarını ayarlayıp geri kalanında onları umursamaması biraz kaba olmuş.

Jacob'ın yaşından bahsetmek istiyorum.15?!?!? O nasıl 15 yaşında olabilir? Doğaüstü durumu yüzünden çabuk gelişiyor ama en azından 16 olsaydı. 15 fazla küçük olmuş.



YENİAY

Kitabın çoğunluğunda Edward olmadığı için üzgünüm. Yine de sıkılmadan okuduğum bir kitap. Jacobla olan arkadaşlarıkları, kurtlar güzel. Sadece yine Bella'nın insanlığına değer vermediğini görmek sinir bozucu. Ot gibi yaşıyordu.

Bu arada kitabı okuyunca hatırladığım şey Aro ve Jane'in birlikte olduğu. Filmdeki hallerinde düşünürsek Aro sübyancı gibi duruyor. :D Vampirler ama biraz şey olmuş yinede.

Bella bu kitapta da işi düştükçe liseden arkadaşlarına başvurdu. Onun dışında onları görmezden geldi. Edward'ın kitabın sonunda geri geldiğini göz önüne alırsak terk edişine saçma bakıyorum. Yani bu mantıkla düşünmek doğru değil tabiki ama tıpış tıpış geri dönüşü koca bir ayrılığın boşa olduğu hissine kapılmama neden oluyor.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Evlilik teklifinin olduğu sahne tüm seri boyunca en sevdiğim sahnedir. Tek bir an düşünmem bununla ilgili. Filmdeki haline, arkadaki müzik kesildiği an Edward'ın "Marry me, Bella." demesine bayılıyorum.




TUTULMA

Serinin aksiyonu tadında kitabı Tutulmadır. Rose ve özellikle Jasper'ın geçmişini görmek çok iyi oldu. Jasper en sevdiğim karakterlerden biri ama geri planda kalmıştı. Serinin ona yoğunlaştığı tek kitap Tutulma.

Bella'nın evine gizlice girenin kim olduğunu Edward ve ailesi daha önceden tahmin etmeliydi bence. Tamam bizzat gelmedi ve bir başkasının arkasına saklandı ama yüz küsür yıldan fazladır hayattasınız ve daha deneyimli zihinleriniz olduğundan bu ihtimalleri akıl etmeliydiniz diye düşünüyorum.

Bella'nın en sinir olduğu kitaplardan biri buydu. Tamam, Jacob'a değer veriyorsun ama öpmek nedir? Jacob genç bir karakter olduğu için kontrolsüz ve hareketli bir yapısı var. Bella onun sevgilisi olmasa bile Jacob hep öyleymiş gibi davranıyordu. Eğer Edward bu kadar olgun bir karaktere sahip olmasa Jacob'ı öldürürdü. "Eğer varolma nedenimi çalmaya çalışmıyor olsaydın seninle iyi anlaşırdık." demesinden belli olgunluğu.

Jacob'a yumruk attığında eli kırılmıştı Bella'nın. Edward'ın onun üstüne gösterdiği sahiplenici tavırı kimsede görmedim ben arkadaş. Her kitap beni Edward'a biraz daha bağladı.


ŞAFAK VAKTİ

Serinin bolca öfkelendiğim kitabı Şafak Vaktiydi. Evlilik güzel, balayı güzel ama bebek işin içine karışınca işler zıvanadan çıktı. Bella evlilik fikrine bile sıcak bakmakta zorlanmıştı. Bebek olayı çıktığı an 40 yıllık anne moduna girdi. Bir bocalam bile olmadı.

Rosalie'nin ona yardım edişi çok bencilceydi. Bebeği kendine istiyordu resmen. Yani Bella ölsün, çocukta bana kalır diyecekti neredeyse.

Edward'ın fedakarlık düzeyi allahüekber dağlarını aşmıştı. Oğlum sabır mı yedin? Jacob'a öyle bir teklif sundu ki şok oldum. Eğer Bella çocuk istiyorsa Jacob'tan normal bir çocuğu olabilirdi ve Edward o bebeği kabullenecekti. Jacob ve Bella'nın birlikte olmasını kabullenecekti. Nefes alması, hayatta kalması Edward'a yeterdi ve resmen sırılsıklam aşık oldum burada.

Bella'nın hamileleğinin başlangıcından vampir oluşuna kadarki süre Jacob'ın ağzındandı ve rahatsız olmadan okudum.

Bella filmde bir parçam seninle olacak ölmem önemli değil modundaydı ama kitapta kalbi durmadan bebeği doğurup ondan sonra vampire dönüşmeyi planlıyordu. Ki öylede oldu.

Vampir olduktan sonraki hali aşırı abartıydı. Öyle bir otokontrol nereden geliyor. Sanki diğerlerinden çok daha önce vampir olmuş gibi kendine hakimdi. Bu kısım imkansız bence ve yavan duruyor. Bella güçlü gösterilmiş ama haddinden fazla.



Son sözlere geliyorum. Bu serinin yeri bende çok ayrı çünkü çocukluğum onunla geçti. Edward ilk aşkımdı. Replikleri ezberleyecek kadar çok izledim filmlerini. Şimdi bakınca ne kitaplar okudum bu serininde eksik çok yönü var diyorum ama yinede çok seviyorum.

21 Mart 2016 Pazartesi

Bookstagramlar Hakkındaki Görüşlerim

Herkese Merhaba

Bu bir kitap yorumu değil. Bugün Instagram ortamında rahatsız olduğum bir konu hakkında yazacağım. Bu fikrime karşı çıkanlar olabilir. Saygı duyuyorum, sizde bana saygı duymalısınız.

Öncelikle yazılarım ve fotoğraflarım için elimden geleni yapıyorum ve iyi olduğumu düşünüyorum. Kendi hesabımı takip ettirmek ya da övünmek gibi bir derdim yok ama yaptığım iş hakkındaki görüşüm bu şekilde. Hatalarım vardır elbette. Ve ben bunu sık sık göderilerimin altında dile getirip neyin farklı olmasını istediğinizi soruyorum. Cevap gelmiyor.

İlk izlenim olarak; yazıları okumayan bir kesimle karşı karşıyayım sanırım. Dikkate alınmamak bana bunu düşündürtüyor. Beğendiğim ve çok takip edilen hesaplarda var ama neyi farklı yaptıklarını anlamış değilim. Eğer ben anlamıyorsam yardımcı olun, abartılacak yönün ne olduğunu söyler misiniz.

"Hesabıma bakar mısın? İyi bir sayfa olduğumu düşünüyorum" gibi yorumları egoistçe bulan insanlar çok samimi arkadaşlarının hesaplarını övgüyle, takip ettirmek için paylaşıyor. Kimi zaman bunu kitap yorumundan fazla yapıyorlar. Önerilen her şeyi gözden geçirmeyi kabul ediyorum. Beni eksiltmez, aksine farklı tarzlar ufkumu genişletir. Açıp bakıyorum o hesaplara ve özensiz paylaşımlar görüyorum.

Bakın amaç takipçi kasmak değil. Bizler kitabı sevdirmek, beğenmediklerimizi belirtmek için böyle bir işe giriştik. En azından ben bunun için başladım. Akraba şirketi gibi kendi tanıdıklarınızdan bir topluluk oluşturmaktan vazgeçin.

Belki doğrudur belki değil ama takipçi satın alanlar olduğunu da düşünüyorum. Azıcık fotoğrafla, azıcık beğeniyle takipçi sayınız tutmuyor çünkü. Tekrar hatırlatıyorum bunlar benim düşüncelerim. Hiçbiriniz katılmak zorunda değilsiniz. Sadece ben bunları yazmak zorundayım.

Eğer amacınız sadece fotoğraf bakmaksa bookstagram açmayın. Amaç fotoğraf atmak değil, kitap tanıtımı yapmak, belli bir kitle sizin yorumunuza güveniyorsa onları doğru yönlendirmek. Böyle güzel bir işi bile basitleştiren bir kesim görüyorum.

Kitap yorumu yapacak insanların yazmaya ve okumaya üşenmesi ne demek? Kitap okumanın yanında yorumda okumalısınız. Yoğun olanları anlarım ama yapılan yorumları, ricaları, soruları görmezden gelmekteki amaç nedir? O hesabı birilerine öneri yapmak, yardımcı olmak için açtınız. Amacınızı yitiriyorsunuz.

Sözlerim bütün hesaplara yönelik değil. Benimde severek takip ettiğim, yorumlarına güvendiğim insanlar var ama son zamanlarda bu insanların azınlıkta kalmaya başladığını görüyorum.

Eğer hakkını vermeyecekseniz hiç başlamayın. Daha ufak hesaplara şans verin. Unutmayın, en başında sizde onlardan biriydiniz.

Devrimin Kızı - Amy Engel (The Book of Ivy #2) | Kitap Yorumu



Ben Ivy Westfall. Kurucunun kızı. 
Nükleer bir savaş sonrası hayatta kalan az sayıdaki insandan biriydim. 16 yaşında kendimi bir güç savaşının ortasında buldum. Annemin katilinin oğluyla evlenmeye zorlandım. Görevim o kadar da zor değildi. Devrime öncülük edebilmem için kocamı öldürüp ailemin yönetimi ele geçirmesini sağlamalıydım, o kadar… 
Ben Ivy Westfall. Artık sistemin kurbanı değilim. Görevim artık eskisinden daha zor. İnandığım şeyler uğruna, her şeyimi kaybetme pahasına savaşacağım… 
İsmim Ivy Westfall. Ben Devrimin Kızı'yım. 
Herkese Merhaba :)
Sıradaki yorum Devrimin Kızının. Kitabı okuyalı bir hafta oldu. Kafamda her şey tazeyken yorum girmek istedim. İlk kitabı okumayanlar bu yazının devamına bakmamaları gerektiğini biliyorlardır. Öncelikle ilk kitap hoşuma gitmişti. Tek sıkıntı distopya için yetersiz kalan aksiyon seviyesiydi. Sonu öyle bir yerde bitmişti ki o kitabın sadece bir giriş olduğunu maceranın başlangıcına kadar olan süreci oluşturduğunu düşündüm. İkinci kitap için beklentim aşırı yüksek değildi ama yine de yetersiz buldum. Okuyun ama orta halde olduğunu göz önünde bulundurun.

Kitaba gelelim. Ivy'i çitlerin dışında bırakmıştık. Bu kitapta tam oradan başlıyor. İçeride söylenenlerden yola çıkarak, dışarıda tehlikeli birkaç günün Ivy'i beklediğini düşünüyordum. Birkaç gün diyorum çünkü o kadar tehlikeli diye anlatılıyordu ki hayatta kalmak mümkün değilmiş gibiydi. Ivy vahşi biri olmadığından fazla dayanamayacağını düşündüm.

Beklediğimin yarısı kadar aksiyon görsem bağrıma basardım ama tek bir olay dışında gergin hiçbir şey olmadı. Kesinlikle hayal kırıklığına uğradım. Distopya olmasına rağmen kadın dışarıdan öyle bahsetmese kabul ederdim ama vahşeti abartıp hiçbir şey göstermeden bırakmak olmamış. 

Ivy kısa sürede başka insanlarla karşılaştı ve birkaç yan karakter katıldı. Kitabın iyi yanlarından biri onlardı. Olayların anlatımına bakacak olursak rahatsız edici birkaç unsur daha var. Öncelikle betimleme yapılmış ama derine inilmemiş o nedenle mekan canlandırması ya da ruh hali açısından yüzelsel kalmıştı. Zaman kavramı bozuktu. Yani bir olay anlatılıyor ondan sonra hemen bir hafta şöyle geçti, üç gün bu işle uğraştıktan sonra gibi atlamalar olmuş. Geniş bir zaman dilimini okumanıza rağmen azıcık olay yaşanıyor. 

Ve son olarak kitabın finalinden bahsetmek istiyorum. Seri iki kitap arkadaşlar. Ben devamı var falan sanıyordum ama yokmuş. Etkili bir son yapılmak istenmiş belliki. Ama yalan söylemeyeceğim, yine tam tatmin olmadım. Olay iyiydi ama yine yüzeysel anlatılmıştı. Yani yazar iyi bir kurgu yakalamış ama onu anlatmakta yeterince başarılı olamamış. 




Ivy ve Bishop arasının bozuk tutulduğu süreçte kızı dövesim geldi. Ağzını açıp düzgünce iki kelime etmediği için. Bishop normalin üstünden anlayışlı bir karakterdi ve göylümün efendisi oldu :D Kendisini ilk kitaptada severdim. Sevgimi katladı. 3/5 veriyorum ama yanlış olmasın. Sırf dili tüy gibi olduğundan hızlı okundu ve Bishop kitabı kurtardı. Kurgununda iyi olduğunu söyledim. Sadece derinliğe ihtiyacı varmış.

25 Şubat 2016 Perşembe

Kuralsız | Veronica Roth Film/Kitap Farklılıkları



Herkese Merhaba!
Kuralsız bittiğine göre onun yorumunuda girebilirim. Kitabı bitirdim ve filmi izledim. Şimdi yine bütün notlarımı paylaşacağım.

YİNE UYARIYORUM, KİTABI OKUMAK İSTEYENLER OKUMASIN. SPOILER İÇERİR!

Kuralsızda Tris, Four ve diğerleri Dostluk yerleşkesine gidiyorlar. Filmde oradan kısacık bir kesit görüyoruz ama kitapta biraz daha uzun kalıyorlar. Hepsine ayrı odalar veriliyor ve yerleşiyorlar. Dostluk yerleşkesine girmelerindeki şart silahlarını teslim etmeleri ama Four gizlice Tristeki silahı saklıyor. Ayrıca Bilgelik yerleşkesindeki simülasyon bilgilerinin olduğu bir diskte ellerinde. Tris ailesinin ölümüyle ve bütün yapılanlarla ilgili veriler diskin içinde olduğu için kırıp yok etmeye cesaret edemiyor.



Filmde yemek yerlerken Peter'ın söyledikleri için Tris ona saldırıyor ama kitapta Peter gizlice Tris'in odasına girip diski çalmaya çalışıyor. Tris onu bir güzel pataklıyor. Dostluktan birileri gelip Tris'i durduruyor ve ona Dostluk serumu veriyorlar. Tris'in kafası bir hoş oluyor. Çiçekler, bulutlar moduna giriyor bir süre.

Tris ve Peter'ın çıkardığı karışıklık yüzünden Dostluk yerleşkesinden ayrılmalarını istiyor Johanna. Ayrıca Johanna kitapta zayıf ve yüzünde yara izi olan bir tip. Bizimkiler Dostluk yerleşkesinden ayrılmak için hazırlıklar yaparken Bilgeler ve Cesurların olduğu bir konvoy Dostluğa gelip kaçakları arıyor. Bütün Fedakarlar ve Tris, Four falan dostluk kıyafetleri giyip diğerlerinin arasına karışıyor. Yaptıkları numara ortaya çıkınca karışıklık çıkıyor ve kaçmaya başlıyorlar. Four sürekli Tris'ten destek almaya çalışıyor ama Will'i öldürdükten sonra Tris silah tutamıyor. Filmde onu göstermek pek mümkün olmamış ama kitapta Tris çoğunlukta silah kullanmıyor. Ayrıca ilk kitabın sonunda kolundan vurulduğu için sağ tarafını pek kullanmıyor, nişan alamıyor. Filmde vurulma olayını unutmuşlar. Yaralı falan değildi Tris.



Aynı şekilde trene biniyorlar ve topluluksuzların yerleşkesine gidiyorlar. Filmde bana göre biraz daha lüks gibi gösterilmiş ama kitapta ilkeller. Yani silahları falan var ama kıyafetleri farklı topluluklardan toplanmış, her giydikleri parça farklı bir renk. Filmde baya havalı falan duruyorlar. Four'un annesi Bilgeleri devirmek istiyor aynı şekilde ama bütün bilgileri silip hepsini öldürmekten söz ediyorlar. Four onlara katılmayı reddedip Dürüstülüğün yanına yerleşen Cesurları bulmaya gidiyor. Tris'te onunla birlikte gidiyor ama Caleb topluluksuzlarda kalan Fedakarlarla olmak istediğini söylüyor.

Dürüstlük merkezine gittiklerinde tutuklanıyorlar ve doğruluk serumu veriliyor ama sorgulama filmdekinden daha ayrıntılı. Önce ailevi, kişisel sorular falan soruluyor. Four'a babasıyla ilgili durumunu soruyorlar. İzleyen herkes -Cesurlarda dahil- Marcus'tan dayak yediği için Cesurluğa geçtiğini öğreniyor. Ardından asıl sorular soruluyor. Yani Fedakarlığa yapılan saldırıyı Tris ve Tobias'ın olduğu bir grup mu yaptı diye soruluyor ama gerçekler ortaya çıkıyor. Tris Will'i öldürdüğünden söz ediyor. Ama bunu seruma karşı koyamadığından değil, artık içinde tutup o yükle yaşayamayacağından söylüyor. Çünkü seruma karşı koyabiliyor. Ayrıca Tris Uyumsuz olduğunu da söylüyor ve bazı insanlar ondan çekiniyorlar.



Dürüstlük serumuyla yapılan yargılamada Four'la ilgili öğrendikleri şeyler yüzünden Cesurların çoğu Four'a korkak diyor. Benzeri laflar edip sinir etmeye çalışıyorlar. Ardından Four bütün kalabalığın ortasında Marcus'u dövüyor. Kafa göz dağıtıyor yani.

Bilgelikle birlikte olan Cesurlar saldırı yapıp Uyumsuzları aramaya başlıyor ve yeni serumları enjekte ediyorlar ama serumlar filmdeki gibi değil. İğne vücutlara giriyor ve içindeki ilacı bırakıyor. Yani çipleri çıkarıp kontrol altına alınmaktan kurtulmak gibi bir şey söz konusu değil.

Yapılan saldırıda Eric yakalanıyor ama hemen öldürülmüyor. Hatta yaraları tedavi ediliyor. Bilgelik ve Dürüstlük görüşme yapıyor ve bu görüşmede Uyumsuzları teslim etmeleri, kontrol serumunu almayan herkesin rapor edilmesini ve Eric'in serbest bırakılmasını istiyorlar. Ayrıca Dürüstlüğe önemli bir topluluk olmadıkları ve yok edilmeye müsait oldukları söyleniyor. Dürüstlük lideri söylenenleri yapmak için geri geldiğinde Cesurluk üyeleri kontrolü ellerine alıp yeni liderler seçiyorlar. Tobias ve Tori onlardan iki tanesi. Liderler ve diğerlerinin kararıyla Eric yargılanıyor ve öldürülüyor. Ardından Cesurlar evlerine yani Cesurluk yerleşkesine gidiyorlar.

Orada verilen serum harekete geçiriliyor ve Tris serum etkisinde intihar edenleri görünce Four'a söz vermesine rağmen Bilgelik merkezine gidiyor. Onun ardından Four da gidiyor. İkisi üzerinde de deneyler yapılıyor ama amaç filmdeki kutuyu açmak değil. Uyumsuzlar üzerinde işe yarayacak bir serum geliştirmek. Kitapta mesaj olan bir kutu falan yok. Ayrıca Tris'le ilgili bütün bilgileri Caleb veriyor.

Peter'ın yardımıyla Bilgelikten kaçıyorlar. Ardından Fedakarlığa sığınıp Topluluksuzlarla bir araya geliyorlar. Tris, Four'dan ayrılıp Christina ve Marcusla birlikte Dostluğa gidiyor. Oradan birilerini bulup Bilgeliğe yapılan saldırı sırasında binaya giriyorlar. Kimse onların geleceğini bilmiyor ama Tris annesinin korumak için öldüğü bilgiye ulaşmadan bütün verilerin silinmesini göze alamıyor. Four'un içinde olduğu topluluksuzların saldırısı sürerken Tris, Jeanine'in odasına giriyor. O sırada Tori'de geliyor ve Jeanine'i öldüren kişi o. Yani filmdeki gibi Evelyn öldürmüyor. Başta Tris'i hain sanıyorlar ama ardından Four bilgisayardaki bilgileri bulup yayınlıyor. Mesaj gizli bir kutudan değil, Jeanine'in bilgisayarındaki dosyadan çıkıyor. Mesaj yayınlamadan birkaç dakika önce Topluluksuzlar Cesurların silahlarını alıp onlarıda yok etmekle tehdit ediyorlar ama mesajın yayınlanmasıyla ortalık karışıyor.



İkinci kitap orada bitiyor. Birinci kitaba göre daha fazla fark vardı ama filmde bence baya güzeldi. Kitap daha uçurum kıyısında gibi geçiyordu ama.

Kafanıza takılanlar için yorum bırakabilirsiniz :)

21 Şubat 2016 Pazar

Uyumsuz | Veronica Roth Film/Kitap Farklılıkları


Herkese Merhaba!
Son filmin çıkış tarihi yaklaşınca ve fragmanın heyecanına kapılınca spoiler yüzünden bıraktığım son kitabı okumak istedim ama filmler ve kitaplar birbirine karışınca bir sürü şeyi yanlış hatırladığımı ve eksiklerim olduğunu farkettim. O nedenle seriye ilk kitaptan başladım. Uyumsuz bittiği an filmide izledim ve aradaki farkları genel olarak not aldım. Eğer filmi izlediyseniz ve kitabı okumak istemiyorsanız ya da benim gibi bir duruma düştüyseniz bu yazı size yardımcı olur sanırım.

EN ÖNEMLİ KONU; EĞER KİTABI OKUMA NİYETİNDEYSENİZ VE SPOILER İSTEMİYORSANIZ BU YAZIYI OKUMAMANIZ GEREKİYOR.

Öncelikle filmde oyuncular pek 16-18 gibi durmuyordu ama kitapta Tris 16 yaşında. Four'da 18 yaşında. Baştaki sınav simülasyonunda bir parça daha var. Tris filmde olmayan parçada tanıdığı bir suçluyu tanımadığını söylüyor ve dürüstlüğe ters düşecek şekilde davranıyor.



İkinci olarak Cesurluk yerleşkesinde yapılan dövüş oyunlarında Tris'in hiç kazandığı olmuyor filmde ama kitapta ilk dövüşünü Peter'la yapıp baya okkalı bir dayak yiyor. Ardından Myra ve Molly'le dövüşüyor ve ikisinide yeniyor. Filmde Peter'dan dayak yiyince atıldığını ama trene binip bayrak oyununa katılınca atılmaktan kurtulduğunu görüyoruz ama kitapta atılma durumu yok. Ayrıca listenin en üstünDe Edward diye biri var ve Edward, Peter'ın saldırısı yüzünden Cesurluktan ayrılıyor. Peter ikinci sırada olduğu için Edward'ı yatakhanede kör ediyor. Tris'e yapılan saldırının sebebide ileriki oyunlarda ilk sıraya onun geçmesi.



Bayrak oyununda uyuşturucu silahlar değil boya tabancaları kullanıyorlar. Oyunun sonunda kazanan Tris olmasına rağmen Christina bayrağı alıyor. Kitapta Tris ufak tefek, Christina daha uzun boylu, filmde tam tersi olmuş.

Tris'in birkaç kez Cesurlukta doğan adaylarla da takıldığı ve değişik şeyler denediği oluyor. Filmde bu duruma fazla değinmemişler. Ayrıca Cesurlukta tanıştığı arkadaşları Tris'in korkusuz olmasından ve sıralama üstlere çıkmaya başlamasından rahatsız oluyorlar. Kötü niyetle değil, kıskançlık ediyorlar.



Tris'in annesi kamyon doldururken değil, ziyaret günündeyken onu görmeye geliyor ve test sonucuyla ilgili soruları o zaman soruyor. Ayrıca Bilgelikte geliştirilen serumu sorması için kardeşini görmeye gitmesini istiyor Tris'ten. Tris annesinin cesurluktan olduğunu öğreniyor ve kitapta kadınında Uyumsuz olduğundan bahsediyor.

Four ve Tris birlikte korku simülasyonuna girdiklerinde daha farklı eylemlerde bulunuyorlar. İnce köprüden pencereye yürümek yerine aşağı atlıyorlar mesela. Four'un son korkusu Marcus. O sahnede Four hiçbir şey yapmıyor ve Tris araya giriyor. Kemer Tris'e çarpınca Four sinirleniyor, Marcus'a karşı koyuyor ve simülasyondan öyle çıkıyorlar.



Al intihar ettikten sonra Eric onun çok cesur olduğunu ve sonunu bilmediği bir yolculağa çıkmanın cesaret isteyeceğini söylüyor ve bir nevi Al kahraman ilan ediliyor gibi bir durum var.

Tris kardeşini görmeye kitabın sonlarında gidiyor ve ona annesinin söylediği serumdan ve Bilgeliktekilere katıldığı için yanlış bir tercih yaptığından bahsediyor. Caleb sinirlenince Tris'ten gitmesini istiyor ve Jeanine'le ilk kez orada karşılaşıyorlar. Kadın Tris'i odasına çağrıyor ve ona Fedakarlıktan neden ayrıldığını soruyor. Tris ailesini korumak için Bilgelik tarafından çıkarılan haberleri desteklediğini söylüyor.



Filmde Tris'in simulasyonlara girdiğini ve cesur gibi davrandığını görüyoruz ama kitapta baştan sona kadar bir uyumsuz gibi davranıyor ve simülasyonun akışını değiştiriyor.

Tris'in 3 tane dövmesi var. Köpürücük kemiğindeki kuzgunlar ve iki omzunda bulunan fedakarlık ve cesurluk sembolü.

Final sınavında ailesini vurması gereken sahnede silahın önüne kendisini geçirdiğini görüyoruz. Bilgeliğin hazırladığı yeni serum tam sınavdan çıkarken veriliyor. Tris adaylık aşamasını birincilikle bitiriyor.



Filmde Fedakarlıklara saldırdıklarında Four'un uyumsuz olduğunu öğreniyor ama kitapta en başlardan beri öyle olduğundan şüpheleniyor.

Jeanine'e yakalanıp Four ile ayrıldıklarında ve Tris öldürülmek üzereyken annesi geliyor. Filmde Tris'i vurmak üzerelerken kurtuluyor. Kitapta Tris'i su tankının içine koyuyorlar ve boğulmak üzereyken annesi geliyor.

Son olarak simülasyonu kapatıp silen kişi Four. Jeanine'e serum verip eline bıçak fırlattıkları bir sahne yok.

Aklıma gelenler bu kadar. Eğer eklemek, sormak istedikleriniz olursa yorum bırakabilirsiniz. :)

15 Şubat 2016 Pazartesi

Altın Oğul - Pierce Brown (Kızıl İsyan #2) | Kitap Yorumu

Altın yüzlerden oluşan bir denizde sürükleniyorum. Burada sadece güçlü olan hayatta kalabilir. Sadece akıllı olan yönetebilir. Hâlâ oyun oynuyorum ama bu, oyunların en ölümcülü. Ben yüzyıllardır köleleştirilen halkımın kılıcıyım. Bağışlamayacağım. Ve unutmayacağım.

Mars Enstitüsü'ndeki amansız rekabetten zaferle çıkan Darrow, namı diğer Azrail, yönetici seçkinler arasında saygın bir konuma yükselmiş, en zalim ve zeki Altınlara; Eşsiz Yaralılara katılmıştır. Ancak Darrow onlardan biri değildir: Geleceğin yalanlar üzerine kurulu olduğu, trajediyle dolu, unutamayacağı ve affedemeyeceği bir geçmişi vardır.

Sistemi içeriden yıkma hedefine ulaşmak için herhangi bir Altın değil; en iyi, en güçlü, en zeki, en vazgeçilmez Altın olmalıdır. Halkını aydınlığa çıkarmasının başka yolu yoktur ancak bu yol boyunca attığı her adım, Darrow'un kendi gölgesini biraz daha karartacaktır. 


Herkese Merhaba,
Nasılsınız? Ben bu kitaptan sonra pek iyi değilim. Konuya girmeden uyarıyorum, ilk kitabı bilmeyenler yorumu okumasın. Birinci kitabın sonundan başlayacağım için anlatmaya spoiler yemiş olursunuz. Kızıl İsyan benim favori distopyam. Yazar harikalar yaratmış ve teşekkür yazısında ne kadar uğraştığını farkettim. Böyle bir kitap için daha azı da mümkün olamazdı. Üçüncü kitabı dev gibi bir merakla bekliyorum. Şimdi yoruma gelelim.




Buradan sonrasını birinci kitabı okuyanlara yazdığım için sonunda ne olduğunu biliyorsunuz. Darrow oyunu kazanıyor. Tanrıların olduğu bölüme, gökyüzündeki yerlerine ulaşıp bütün her yeri birbirine katıyor ve oyuna damgasını vurup bitiriyor. Bütün haneler onu almak için tekliflerini hazırlıyorlar ama Augustus Hanesinin himayesine giren Darrow karısını öldüren adamın gözdelerinden biri oluyor. Çakal sürülüyor ve Darrow'un oyun sırasında kurduğu takımı farklı hanelere dağılıyor. İkinci kitabın başlangıcında yeni bir oyun var. Gemilerle birbirlerini yokeden haneler var. Uzay gemisini kastediyorum. Sona iki gemi kalıyor. Darrow'un ki ve Bellona'ların gemisi. Darrow tam kazandığını düşünürken bir değişiklik oluyor ve ikinci olarak oyunu tamamlıyor. Ardından Bellona Hanesinden yedi kişinin saldırısına uğrayıp aşağılanınca hakkında dedikodular çıkmaya başlıyor ve gözden düşüyor. Augustus açık artırma ile Darrow'u himayesinden çıkarmaya karar veriyor ama bu mümkün olmadan Darrow bir meydan okumayla ipleri eline alıyor ve savaş o anda başlıyor.




Tam olarak bir savaş başlamıyor tabiki ama temellerinin atıldığını hanelerin oyunlar dışında birbirlerine düşman olduklarını görüyoruz. Bellona'lar Darrow'un canını istiyor çünkü Julian'ı öldürmesiyle ilgili durum Augustus-Bellona düşmanlığına tuz biber ekiyor. Bütün eski dostlar bir araya gelip Darrow'un çevresinde toplanıyor. Hükümdarı da bu kitapta bolca görüyoruz ama kendisi güç hırsıyla gözleri körleşmiş bir b*tch. Bunu söylemek istemezdim ama egoist pisliğin teki kendisi. Tamam, Hükümdarsın ama bir Darrow değilsin.



"Sana güvenebilir miyim?" 
"Ne konuda?" 
"Çoğu insan düşünmeden evet derdi." 
"Çoğu insan yalan söyler."

Bu kitapta Ares'i de öğreniyoruz. Darrow onu altın yapan adamların, hanesinin, hayallerinin ve dostlarının arasında kafa karışıklıları yaşıyor. Onun için iyi bir hayat istiyorum ben ama içine dahil olduğu savaşla ve geride bıraktığı geçmişiyle artık korkak genç çocuğu göremiyoruz. Savaş ve ölüm Darrow'un gölgesi haline geliyor.

"Ev vardığın yer değil, her yer kararırken ışığı bulduğun yerdir." 

Darrow büyük bir davanın içinde ama etrafındaki insanlara güvenmek istiyor çünkü güveneceği insanlar kalmadıktan sonra savaşmak için bir neden bulamıyor. Yine de kendini arkadaşlarından uzak tutmakta bir numara. 


"Bir fırtınada iki tekneyi birbirine bağlayamazsın. Yoksa birbirlerini dibe çekerler." 
Genel olarak kitapta bolca ters köşe var. Kime güvenmeniz gerektiğini dikkatli seçmeniz gerekiyor. Ayrıca Darrow kafasının karıştığı bir anda Eo hakkında öğrendiği bir sırla gücünü toparlıyor. Azrail gittikçe dikkatleri üstüne topluyor ve son savaş artık çok yakın. Zincirler kırılacak.



5/5















5 Ocak 2016 Salı

Amnezi - Jennifer Rush (Altered #1) | Kitap Yorumu


Her Şeyi Unutmaya Zorladılar. Ama Asla Unutmayacaklar 
Kendine bile güvenemediğinde, kime inanabilirsin?

Anna'nın hayatı sırlarla kuşatılmıştır. Babası Şube'nin son projesi için, çiftlik evlerinin altındaki laboratuvarda, genetiği değiştirilmiş dört çocuğu gözlemleyip üzerlerinde çeşitli testler yapmaktadır. Ciddi mizaçlı Nick, neşeli Cas, zeki Trev… ve Anna'nın kalbini çalan Sam.

Şube, çocukları geri alma vaktinin geldiğine karar verince Sam bir kaçış planı yapar. Onunla gitmek ve güvenli hayatına devam etmek arasında kalan Anna'yı babası kaçmaya zorladığında Sam de genç kızı her ne olursa olsun Şube'den koruyacağına dair söz verir. Ancak bir sorun vardır: Sam ve diğerleri laboratuvardan önceki hayatlarına ve gerçek kimliklerine dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. 
Hayatta kalmak için, Şube onları yakalayıp geçmişlerini tamamen ellerinden almadan önce tüm ipuçlarını bir araya getirmek zorundadırlar. Üstelik Anna kaçışları sırasında Sam'le birbirlerine tahmin ettiklerinden çok daha fazla bağlı olduklarını keşfedecektir...

Herkese Merhaba!

Nasılsınız? Ben final haftamdan önce baya yoğunum. Yine de yeni yılın ilk günlerinde 4 kitap bitirdim bile ve onlardan biri Amnezi. Fazla uzatmadan direk yoruma geçeyim.

Öncelikle kitabı okuma sebebim kitap kapağı. Yani, bakar mısınız, çok güzel değil mi? E-book olarak bulduğum anda indirip okumaya başladım ve bir günden kısa bir sürede bitirdim. Hızlıca okunan, akıcı bir dili vardı. Kafanız yorulmadan çatır çatır okuyabilirsiniz ve hiç sıkılmazsınız.

Konuya gelecek olursak beş ana karakterimiz var ve olaylar sadece Anna'nın ağzından anlatılıyor. Bazen Sam'in gözünden okumak istemedim değil, baya ilginç bir düşünce yapısı olduğu için zihninin içinde neler döndüğünü bilmek isterdim.

Kitap, çiftlik evinin altındaki laboratuarda başlıyor. Anna sürekli laboratuarın içinde takılıp çocuklarla zaman geçiriyor. Bunun dışında tek hobisi ölen annesinden kalan tarif defterine resimler yapmak. Laboratuara, önce babasından gizlenerek girmeyi alışkanlık ediyor ama en sonunda izni kapıp deneyler için çalışmaya başlıyor. Çocukların üzerinde yapılan deneylere yardım ederken bir yandan da onların arkadaşı oluyor ve sevdikleri şeyler hakkında onlarla konuşuyor. Cas'e sevdiği kurabiyelerden hazırlayıp, Trev'le muhabbet ediyor. Gecelerini Sam'le satranç oynayarak geçiriyor ama Nick'le pek yakın olamıyorlar. Arka kapak yazısında söylendiği gibi Anna Sam'e karşı boş değil ama Sam'in karakteri hiçbir açık vermiyor. Kızdan hoşlanıp hoşlanmadığını anlayamıyorsunuz, kızın kendisini sevdiğini bilip bilmediğini anlayamıyorsunuz. Biraz deli etsede Sam'in karakterini sevdim.



Sam'in ricası üzerine birkaç dosyayı gizlice karıştıran Anna, ufak bilgiler elde ediyor ama parça parça olan yazılardan bir şey çıkaramıyor. Üstüne Şube'den gelen birkaç kişi çocukları götürme kararı alıyor. Anna sürekli zihninde kavga ediyor çünkü arkadaşlarının her biri için özgür bir hayat istiyor ama onlar gittikten sonra yalnız kalacağı içinde üzülüyor. Şube'nin rahatsız edici ziyareti üzerine çocukların yeni adresi özgür bir hayata çıkacak gibi değil ama Sam, yaptığı bir planla ortalığı karıştırıyor ve diğer çocuklarla birlikte kaçıyor. Babası Anna'yı da evden uzaklaştırınca Sam kızı koruyacağına dair söz verip, kaçarken onu da yanına alıyor. Birlikte geçmişleriyle ilgili ipuçları aramaya başlıyorlar.



Hepimiz birbirinden ilginç dört erkeğimizin hayatları ile ilgili araştırmalar olacağını düşünüyoruz ama Anna'da kendi hayatıyla ilgili sırlar öğreniyor ve bunlar onu Sam'e ve diğerlerine hiç beklemediği şekilde bağlıyor. İpuçlarını biraraya getirmeleri ve sürekli hareket halinde olmaları benim çok hoşuma gitti ve o heyecan bitmesin diye, kitabın sonuna geldiğimde aynı tarzda bir kitabı ya da devamını okumak istedim. Çözdükleri bütün ipuçları Sam'in önceki hayatıyla ilgili ve hatıralarında Anna'yla ilgili bir şey var. Sürekli etrafından dolanarak anlatıyorum çünkü en ufak bir ipucu kitabın bütün tadını kaçırabilir.




Tanrım! Cas çok tatlıydı. Herneyse, ne diyordum ben? Konu kısaca yukarıda bahsettiğim gibi gerisiyle ilgili hiçbir şey söyleyemem. Karakterleden bahsedecek olursak eğer; Anna sevdiğim bir bayan karakter olarak aklıma kazındı çünkü korunma ihtiyacına rağmen sürekli zırlayan ve yakınan bir tip değildi. Yani ağladığı anlar ve kalbinin kırıldığı zamanlar oluyordu ama ben çabucak kendini toparlayabildiğini düşünüyorum.  Sam kesinlikle kafa karıştırıcı bir karakterdi, onun cazibeside o ilginç halinde zaten. Cas en çok güldüğüm erkekti. En ciddi olaylarda bile beni güldürmeyi başardı. Kendisi tam bir obur. Trev tam olarak beni suskunluğa uğratıyor şuan. Anna'yla en çok konuşan ve derdini dinleyen kişi o. Bu çocuğu seviyordum da ama neyse -.- Ve Nick... Ah, Nick tam bir domuz gibi davranmasına rağmen içtendi. Bazen uyuz karakterleride severken bulursunuz kendinizi. Nick bence tam o havadaydı.

Kitap bu beş karakterin arasında geçip gidiyor ve onların aralarındaki bağı öğreniyorsunuz. Kitabın dili, olayların hızı ve heyecanıyla gram sıkılmadan bitirdim ve ikinci kitabı istiyorum.

Gökyüzüne baktım. "Titan beyazı.Öyle saf bir beyaz ki, neredeyse..."


"Tadını alabilirsin?"






1 Ocak 2016 Cuma

Bıçak Sırtı - Michelle Hodkin (Mara Dyer #2) | Kitap Yorumu


Mara Dyer bir zamanlar geçmişinden kaçabileceğini sanıyordu. Ama kaçamayacaktı. Sorunları kendi kafasında yarattığını düşünüyordu. Ama yanılıyordu. Yaşadığı onca şeyden sonra, sevdiği çocuğun artık sır saklayamayacağına inanıyordu. Ama aldanıyordu. Gerçekler ortaya çıkmaya ve seçimler ölümcül sonuçlar doğurmaya başladığında Mara bu karmaşadan aklını yitirmeden çıkmayı başarabilecek mi?

Herkese Merhaba!

Yeni yorumumu 2015'te okuduğum son kitapla yapacağım. Kesinlikle ilk kitabı okuyanlar okumasın. Spoiler verebilirim.

Öncelikle Eksik Parça'nın üzerinden geçerek başlayalım.
İlk kitap tamamen kafayı sıyırtıcı bir havadaydı. Çünkü Mara ve Noah birbirlerine gerçekleri söyleyip doğaüstü şeylerin gerçekten olduğunu anlayana kadar okuyucuyu da kafayı yedirme sınırına getiriyordu. En azından ben delirecek kıvama gelmiştim. Mara'nın akıl hastanesi olayını, oradaki ucube, eski erkek arkadaşını ve onun ölmediğini öğrenerek ilk kitabı bitirdik.

İkinci kitap tam olayların devamına denk geliyor. Mara, polis merkezinde gördüğü ve öldüğünü sandığı eski erkek arkadaşının şokundan sonra bir kriz geçiriyor ve biz onun hastanedeki anıyla kitaba başlıyoruz. Ailesinin zaten sürekli şüpheleri vardı, üstüne Jude'un ölmediğini söylemeye başlayınca Mara'yı akıl hastanesine yatırmayı düşünmeye başlıyorlar. Bu kısımda deli olacak kıvamdaydım çünkü söylediğiniz her şey doğruyken kimsenin size inanmadığını ve bir yere kapatılacağınızı düşünmek ürkütücü ve çığlık atma isteği yaratıyor. Bir yandan da olaylar o kadar Mara'nın aleyhinde ilerliyor ki gerçekleri görmesek bizde kızın deli olduğunu düşünürüz.

Ben çığlık atmak istesemde Mara her şeyin altından iyi kalktı. Öncelikle kontrolsüz davranmaması gerektiğini ve hasta olduğunu kabullenmiş gibi göstermesinin daha iyi olacağını anlıyor. Bütün işleri çözene kadar ailesine iyi olduğunu gösterirse akıl hastanesine gitmekten kurtulacağına inanıyor ve terapi okulu gibi bir şeye başlıyor. Yani her gün kendisi gibi genç çocukların olduğu rehabilitasyon etkinliklerine katılıyor. İlk kitapta iftira yüzünden okuldan atılan Jamie'de orada. O yüzden sıkıcı sahnelere rastlamıyorsunuz. Bahsettiğim genç çocuklar arasında Phoebe adında bir manyak var ve Mara'yla uğraşmaktan hoşlanıyor. Bunun arkasında başka bir sebep var ama onu kitapta görmelisiniz.

Noah dışında kimse kendisine inanmasa bile Jude gerçekten hayatta ve Mara ne yapacağını bilemiyor. Ailesine hiçbir şey belli etmeden onları korumaya çalışıyor ama halüsinasyonlar ve gerçekler arasındaki sınırı bazen kaybediyor. Yazarın anlatımı güzeldi, bunu, size de gerçeklik ile hayal arasındaki farkı yakalayamayıp o boşluğa ve deliliğe yakalanmış gibi hissettirdiği için söylüyorum.




Belki bana öyle gelmiştir ama kitap boyunca Noah'nın mesafeli bir hali vardı. Yakışıklı Noah'mız Mara'yı korumak için elinden gelen her şeyi yapmaya başlıyor ve onu hiç yalnız bırakmıyor. Yine de bazı sahnelerde uzak davrandığını hissettim. Mara yalnız dışarı çıkamadığından tüm ailenin peşine takıldığı bir gün falcı bir kadınla konuşuyor. Kadın ona Noah'ı bırakması gerektiğini söyleyince Mara çelişkiye düşüyor.

"Seni bırakamayacak kadar bencilim." dedim.

Yüzündeki tebessümü görebilmem için geri çekildi. "Ben de buna izin veremeyecek kadar bencilim."

Verdiğim alıntının üzerine problem çıkmadan ilişki devam ediyor. İşin iyi yanı klişe bir şekilde "seni korumak için gitmene izin verdim" zırvalıklarının olmaması. Mara kendisindeki tuhaflığın büyükannesinden geldiğini öğreniyor ve onunla ilgili de bir araştırma yapmaya başlıyor. Buldukları onu Noah'nın ailesinden birine ulaştırıyor ama onu da kitapta görün. Ayrıca Mara kabuslar görmeye ve değişmeye başlıyor. Değişme kısmını nasıl açıklayacağımı bilemiyorum ama Noah'da o değişikliğin farkında ve Mara bazen Noah'nın kendisinden ürktüğünü düşünüyor.

Noah ve Mara'nın yaşadıkları tuhaflıkların yanı sıra Jude sürekli kızın etrafında dolanıp ona tatsız sürprizler hazırlıyor. Uyurken fotoğraflarını çekip, aynasına kanla yazı yazmak gibi. Noah duruma baya sinirleniyor ve ufak bahanelerle zamanının çoğunu Dyer'ların evinde geçiriyor.

  "Bu bana keçileri kaçırma demenin başka bir yolu mu?"


"Yatağımı sensiz görmek istemiyorum demenin başka bir yolu."

Genel olarak üstünden geçersek eğer; Mara, ufak bir yardımla hastaneden çıkıp evine dönüyor ama halüsinasyonlar ve gerçeklerde onunla birlikte geliyor. Ailesine herşeyi yolunda gibi göstermeye çalışırken araştırma yapmaya, ilişkisini ayakta tutmaya insanları kendinden korumaya çalışıyor. Mara'nın ölümcüllüğünün yanında korunmaya da ihtiyacı var. Bu görevi yerine getirip onu ayakta tutan kişi tabiki Noah.

"Başka bir şansın olmadığı için mi benimlesin?"
"Seninleyim çünkü başka bir şans istemiyorum. Bin kere dünyaya gelsem hepsinde senin olmayı seçerdim."




Noah, Mara'yı korumayı kendine görev edince kızda başına bir şey gelirse çocuğun kendisini suçlamasından korkuyor. Ki kitabın ilersinde böyle bir durum da oluyor. Çelişkilerle ve kafa karışıklığıyla dolu bir kitapta spoiler vermeden yorum yapmak çok zor ve başaramadığımın farkındayım. Yinede ilk kitabın ikiye katlandığını ve heyecan dolu bir devam kitabı olduğunu söyleyebilirim.